SARAYDAKİ
ZİKİR (HAKKINDA BİR MÜTALÂA)
Eğitimci,
Araştırmacı-Yazar
Bu
bir siyaset mi veya kutsal bir mesaj mı?
Bir
Cuma namazına müteakip Sarayda buluşan Galibi sofileri başlarında Postnişin Ali
Efendi olmak kaydıyla istisnai bir tablo oluşturmuşlar. Haberi iletişim
araçları vasıtasıyla öğrenmiş durumdayız. Bayağı bir kalabalık olmaları
organize olduklarını gösteriyor. 15 Temmuz FETO kalkışması üzerinden kısa bir
süre geçmiş, bu Millet yediden yetmişe Saray felsefesini veya duruşunu
savunmuştu.
Dini
bir meşrebi oluşturan Galibi’ler durumdan vaziyet çıkarmış olmalılar ki, gerek
izinli gerekse izinsiz zikir ayini tertip ederek destek verdiklerini aleni
ortaya koymayı hedeflemiş görünüyorlar. Bu zikir ayininin böyle bir hassas
günde, hem de Milletin camisi olan Saray’da yapılmasının siyasi bir amacı
olduğu açıkça görülmektedir. Böyle bir şeyin başka amacı var mı bilinmez.
Yalnız Dergâh adabına uygunluğu bakımından pek de şık bulunmamıştır.
Tasavvuf
mana demektir, onu yaşamak reklamla olmaz. Şayet izin alınarak yapılmışsa bu
böyledir. Sarayın haberi olmadan böyle bir istisnai durumun olmasını
düşünemeyiz bile. Galibi Dergâhının
siyasi münazaralarla gündeme gelmesi veya gündem oluşturması o Dergâhın
mayasında zaten yoktur. Ancak ortaya koydukları manevi algıdaki derin mesajlar
yani fikirler bu şekilde olan reklamın ardında gündeme gelmiş
olsaydı denecek bir şey olmayabilir.
Getirisi
anlamında Galibi’liğin kendine ait devrim niteliğindeki mesajları basın veya
aydınlar tarafından irdelendi mi? Gördüğümüz kadarıyla hayır. Oysa Galibi’lik
ilkeleri toplumun gündemine oturması lazımdı. Böyle bir şey olmadığına göre
peki olan nedir?
Bize
göre olan şudur;
Ayini
tertip eden Galibi sofileri Milletin Camisi denen Saray’da belki de bir ilki
yaşamalarının vermiş olduğu hazzı ömür boyu unutmayacaklardır. Hassas bir
dönemde bütün cemaatlere yönelik itibarsızlaşma psikolojisine karşı “Her cemaat
aynı değil. Biz Devletimize de Devlet Adamlarımıza da bağlıyız. Hatta bütün
taraftarlarımızla ‘Reisin’ ardındayız” mesajını vermeyi amaçlamış oldukları göz
ardı edilemez.
Eğer
Saray tarafından böyle bir gösteriye davet edilip Galibi’lerin aleni desteği
alınarak moral bulmaları amaç edinilmişse Galibi’ler açısında söylenecek bir
şey yok. Çünkü ‘Ulul emr’ anlayışı Sünni İslam’ın ve Tarıklarının ana arterlerinden
biridir. Öyle ya Devlet varsa Din vardır, dini hayat vardır. Devletin başına gelmiş her türlü bela
Devlet’sizliğe neden olacağı için öncelikle Mana Erlerinin birlik dirlik adına
sosyal hayatın gidişine katkı sağlamaları bir görev olur. İstiklal savaşındaki
din adamlarının durumu gibi.
Bu
konu geçici de olsa gündem yarattı. Muhalif partiler homurdanmaya başladı. Bazı
yazarçizer takımları kalem oynattı. Bunlardan biri Oda TV mensubu Nihat GENÇ.
Tasavvufla ilgili bilgilerinin ışığında olayı olumlu karşılamadığını beyan
etti. Yazdıkları doğruların yanında ‘Cezbe’ olayında sıkıntılı olduğu görüldü.
Sanki ‘Cezbe’ akıl dâhilinde olan bir davranış gibi sunuldu.
Sahtekârlık
başka ama esas olan ‘Cezbe’ istemsiz oluşan bir davranıştır. Akıl krampı gibi
bir şey. Malum; kramp kasların geçici olarak kansız kalmasına denir. İnsanın
isteğine bağlı kramp olmaz. Cezbe’de ayı öyle. İstek dışı, olağanüstü uyarı
karşısında aşırı etkilenen kişilerin kendinden geçme halidir. Bir nevi şuur
tutulması gibi bir şey.
Önemli
olan bu durum etrafında dönen siyasi algıdır. Galibi’liğin Piri hiçbir zaman
siyasi getirisi veya siyasete malzeme olması bakımından böyle şeylere hiç
tenezzül etmemiştir. Siyasetten de ari olmadığı gibi. Çünkü Din ’in kendisi
inanç olduğu kadar siyasettir de. Ancak kamplaşma onların metodu değildir.
Bütün insanlığın sıhhat ve selameti için tasarruf ederler.
Particilik
yapanlara, partilere eşit mesafede durmak mananın profili dâhilindedir. Onun
içindir ki Saray’daki Millet Camisinde zuhur eden ‘Hatm-u Rufai’ töreninde
siyasi bir çıkarım söz konusu olduğu için manaya zarar verir kanaati
taşınabilir. Galibi’lerin felsefelerine en yakın iktidar sahipleri, mevcut
İktidar veya Cumhur reisi olsa da bu konuda aleniyet yanlış olmuştur. Pir
Hazretleri hayattayken dönemin Başbakan’ıyla manevi bir köprü kurmuş ama
aleniyet kazandırmamış olduğunu yakın çevresi beyan eder.
Devlet
dini hayata gerektiğinde müdahale eder. Onların içine sızar. Edindiği bilgileri
zamanı geldiğinde kullanır. Hatta bu müesseseleri art niyetli odaklardan da
korur. Sıkıntı olduğu zaman müdahale ederek başını ezer. Ama hangi Devlet?
O
kurumlarda sağlıklı dini hayatın yaşatılması kaygısı olan Devlet. Böyle Devlet
karşısında her türlü manevi çeşitlilik hayat bulur. Ama o kurumun kendisiyle
mücadele eden Devlet ‘Ulul emr’
sayılmaz. Yer altına inilmesi bundandır. Bundan dolayıdır ki siyaset siyaset’
ligini, Mana Erleri de kendi alanının siyasetini birbirlerinin alanına girmeden
yürütmeliler. Karşılıklı iltifatlar veya iltifatsızlıklar ayrı tutulmalı. Tıpkı
ceddimiz ve iftiharımız Fatih Sultan Mehmet ile Akşeyh’imiz arasındaki mesafe
gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder