23 Şubat 2017 Perşembe

"NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİNDEKİ TOPLANTI", Eğitimci, Araştırmacı - Yazar: SIDDIK DEMİR

NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİNDEKİ TOPLANTI
             Sıddık DEMİR
            Nazım Hikmet kültür merkezinin hemen yanı başında bulunan Sami Efendi camisinde namazımızı kılarak salona geçmek istedik. Tam cami avlusunda iken meraklı bir vatandaş “etrafta ne kadar araba var, bu kalabalığın sebebi nedir” diye sorunca, bizden önce bu söze hemen atlayan bir zevat “şer cephesinin toplantısı” diyerek soru soranın merakını gidermiş oldu. Ardından “Allah bu Fetocuların belasını versin” diyerek içeri girdi.
            Biraz yüksek sesle;
            “Bu türden yaklaşım tarzı Müslümana yakışmaz. İnsanlar demokratik haklarını kullanmakta özgürler. Neticede bu referandumu ölüm kalım meselesi gibi göstermek yakışmaz. Şu an için cami cemaatinden omuz omuza namaz kılanlar dahi tercihlerini farklı yapabilirler” gibi sözleri cevaben sarf ettiysek de bu tepkimizin yarısını duydu veya duymadan yanımızdan uzaklaştı.
            Namazdan sonra salona geçtik. İçeri girmek izdihama rağmen zor değildi. Geniş bir salon ve üst katlarla beraber kültür merkezinin bahçesi dahi dolu olup sinevizyon gösterili konuşmalar başladı. Biz varmadan İstiklal Marşı okundu mu bilmiyorum ancak andımıza benzer şeylerle beraber Atatürk’ün gençliğe hitabesi okundu. Onuncu yıl marşının okunmamasını şahsen ben eksiklik olarak gördüm. Bu marş orada bulunanların atmosfere uygundu.
            Parti içi muhalif adayların hepsinin de hazır olduğu gözlendi. Aralarında ki liderlik çekişmesi Yusuf Halaçoğlu’nun tek konuşmacı olarak seçilmesiyle daha bariz anlaşılıyordu. Yusuf Hocanın uzun bir konuşması ardında bu salonu kendilerine sunduğu için Yenimahalle ilçesinin CHP’li Belediye Başkanına büyük bir alkış tutturularak toplantı nihayete erdi.
            Anlaşılıyordu ki Büyük Şehir Belediye Başkanı yetkisi dâhilinde bir salon tutmakta zorlanmışlardı. Muhalif lider adaylarının öncülüğünde gayri memnun milliyetçiler bu atmosferle deşarj oldu. Gördüğüm kadarı ile iyi bir moral buldular. “Körler sağırlar birbirlerini ağırlar” derler ya hangi grubun içine girilse konuşulalar aynı. Devlet Bahçeli aleyhtarlığı ve İktidar karşıtlığı ortak noktaları olup bu hedefler siyaseten dillerine düşmüş bir amentü gibiydi.
            Karamsar tablolar bizim de içimizi kararttı. 68’ler grubuna 78’ler grubu da karışınca yaş ortalaması 60 civarında iki üç bin insanın varlığı kendini gösteriyordu. Genç insan son derece azdı. Sanıyorum onlar daha farklı düşündüklerinden bu işin bu kadar abartılmasına bir anlam veremedikleri için ilgilenmemiş olabilirlerdi.
            Tarımla uğraşan veya uğraşmayan bizim köylümüz bildiği maydanozun, reyhanın, ıspanak ve tere vb. gibi Nebahatların susuz veya bakımsız kaldıklarında “tohuma kalktı veya tohuma geçti” derler. Bu Nebahatlar tohuma geçince gayri onlardan fayda umulmaz O Nebahatlar, o mevsim için miadını doldurmuş olup yeni ürünler için toprak tekrar işlenir. Tıpkı öyle. Benzetmek gibi olmasın ama ortalama yaşın 60 olduğu iki üç bin iştirakçinin yüzde yüzüne yakın görünümü, bu kadro tohuma geçmiştir düşüncesine itti bizi. Hakikaten öyle.
            Siyaseten bitmiş, bürokrat olarak “ununu elemiş, eleğini asmış” pozisyondaki bu insanların içlerindeki ukdeye yönelik ezikliklerinin harman olduğu kendini gösteriyordu.
            Fikri farklılığa gelince;
            Dillendirdikleri; ezici çoğunlukla hayır çıkacak, hayır çıkınca bahçeli tıpış tıpış gidecek, Erdoğan’ın tek adamlığı hayali gerçekleşmeyecek, ülke ekonomik olarak çökecek, en kısa zamanda seçim olacak gibi çok su götürmez zayıf mantıkla kurgulanan hayaller… Derler ya “hayal fakirin ekmeği imiş, ye babam ye”.
            Şöyle düşünenleri yok denecek kadar az: 
            1- “Hayır” için niyetlenen bizler bundan önceki referandumlarda da hep hayır dedik. Hatta MHP’nin de içinde olduğu bütün muhalif unsurlarla tek başına AKP’ye üstün gelemedik. O halde bu referandumda da bizler, milliyetçilik vatanseverlik adına hayır dersek demek ki hiç bir şey değişmeyecek. Üstelik bu oylamada blok olarak ağırlığımızı da koyamayacağız. Bölünmüşlük mutlaka yaşanacaktır. Çünkü hali hazırda bir parti teşkilatı var ve biz parti içi muhalifler kadar güçlüler.  Bunu görmemezlik yapamayız. Ona göre oturup düşünmeliyiz. Ayağımızı yere basarak hayallere kapılmamalıyız. En kötü ihtimalle MHP’linin en az yarısı “Evet” diyeceği gün gibi ortadadır. Öyle olunca da ortalama yüzde 60 evet çıkacağı görülüyor. Halkın iradesi böyle tecelli edeceğe benzer. Bu iradeye aykırı olmak halkın karşısında olmak demektir.
            2-Seksen iki ihtilali anayasasında memnun olan hiçbir parti, hiçbir kurum ve kuruluş yoktur. Ancak ortak bir irade olmadığı için bu anayasa bir türlü sivilleşememiştir. Şu anda parlamentoda dört tane grubu olan parti var. Birisi bölücü olduğu için onu geçelim. İkisi muhafazakâr milliyetçi, diğeri de solcu parti. İki sağ partinin yan yana gelerek anlaşmasıyla yepyeni bir fırsat yakalanmıştır. Bize ne oluyor da şer güçleri ile aynı safta oluyoruz. Niyetler farklı olsa da getirisi itibari ile aynı kampta görünüyoruz. Bu bize ar olmalıdır.
            3- Emperyalist devletlerden şikâyet ediyoruz yıllardır. “Milli devlet, güçlü iktidar” her daim arzumuzdur. Bölgemizde bu açıda kendine ait duruş sergileyen iki ülkeden biriyiz. İran ve Türkiye. Ülkemizin dik durması düşmanları çok korkutuyor. Alışkanlıklarına bundan böyle fırsat vermeyen bir Türkiye var. Sevmesek de, oy vermesek de, yiğidin hakkını vermek babında Allah var bu Erdoğan çok yürekli, yiğit ve çalışkan bir adam. Bazı olumsuzluklarına rağmen olumlu yönü o kadar çok ki hakkını teslim etmek lazım. Bu adam, çok ciddi bela ve tuzaklardan kurtuldu. Şayet bu suikastların biri gerçekleşmiş olsaydı bizim elimize ne geçecekti. Allah bize akıl versin de bu körlükten bir an önce kurtulalım.
            4- Tek adam otoriterliği deyip duruyoruz. Yeni sistem şayet kabul edilirse Erdoğan’ın tek adamlığı gücü itibariyle kabul edilemez diyoruz. Hâlbuki şu an ki durumu akletmiyoruz. Mevcut anayasaya göre Erdoğan’ın yani Cumhurbaşkanlığı makamının gücü devasa büyüklüktedir. Kolay kolay vatana ihanet haricinde yargılanamaz. Yeni sistemde bu kadar güçlü olamayacağı sundukları metinde var. Üstelik üçte iki çoğunluk oluşursa yargılanacağı yazılıdır. Hiç sorumluluğu olmayan ve yargılanamayan bir makamın, sorgulanabilir sorumluluğu olduğu ortadadır. Eğer siyasetçi değilsem bu gerçeği neden bertaraf ederek boşa emek sarf ediyorum. Milliyetçi, muhafazakâr bir vatandaş olarak kendime gelmeliyim.
            5- Mevcut Parlamenter sistemin çok partili hayata geçtiğimiz yıllardan itibaren içindeyiz. Ortalama 60 yaşların milliyetçileri veya vatandaşları olarak o kadar aksaklıklar gördük ki, partiler it dalaşını bırakıp memlekete hizmet etmeyi hep geri plana attıklar. Başkan kolay kolay seçemediler. Koalisyonun ortak programı bile çoğu zaman uygulanmadı. Bakanlık sayılarında anlaşamadılar. Biri öyle, biri böyle sürekli çekiştiler. Bu kötü sistemden kimse hoşnut olmadı. Yeni teklif edilen sistemle ilgili tecrübe anlamında bir şey yaşamadık ki düşman oluyoruz. Bizler manyakmıyız ki “doğmamış çocuğa don biçerek” yeni sunulan bir projeye karşı bu kadar aşırı bir şekilde karşı çıkarak adeta kamplar oluşturup bir nevi bölücülük yapıyoruz. Aklını peynir ekmekle yiyen insanlar gibi olmamalıyız. Çünkü biz milliyetçiyiz, vatanseverleriz.  Lanet olsun liderlik çekişmeleri için bizleri kullananlara.
            6- Tam yarım asırdır Parlamenter Sistem içinde siyasi mücadele veren bir kadronun inanmış adamlarıyız. Onca verilen emeğe, akıtılan tere ve dahası verilen cana rağmen hakkımız olduğu halde bir türlü iktidar olamıyoruz. Bizim kuşak şimdi hazan mevsimini yaşıyor. Herhalde bizimde gözümüz açık gideceğe benzer. O halde bu yapı içinde iktidar olmamız mümkün görünmüyor. Bari geleceğin takipçileri için yeni arayışlar içine girmemizin ne sakıncası var. Bugünkü siyasi aktörler yarın yok olacaktır. Meydan bizim kumaşımızda siyasilere neden kalmasın. Parlamenter sistemde ulaşamadığımız hedefe yeni sistemde varmak daha kolay görünüyor. Yeter ki biraz ileriyi görelim. Yüce kitabımızda Yaradan birçok yerde “hiç akletmezmisiniz” diye aklımıza vurgu yaparak bizi uyardığı halde… Ah eşek kafam ah…
            “YOK DENECEK KADAR AZ” başlığı ile sıraladığımız hayali senaryoda ki empati düşünce tarzı dahi özgürlüğün vermiş olduğu nimet olmalıdır. Olmaz, ama olur düşüncesi ve umuduyla bu kesim adına o kültürün bir bireyine hayal kurdurduk. 

16 Şubat 2017 Perşembe

DEVLET BAHÇELİ NEDEN (PARTİSİNİN) TABANANINA HÂKİM DEĞİL?, Eğitimci-Yazar: Sıddık Demir

BAHÇELİ NEDEN TABANANINA HÂKİM DEĞİL?
              Sıddık Demir
            Referanduma az bir süre kala, MHP tabanındaki farklı temayüller kendini daha bariz göstereceğe benzer. Parti içi Genel Başkanlık yarışı ile başlayan çok seslilik ve radikal tavır, ilk defa parti dışı bir projeyle ayyuka çıkmıştır. Parti içi Muhalif Liderlerin etrafında gelişen karşı duruş ve geçerli mantığı olan restleşme, MHP seçmeninin kanaati üzerinde çok büyük etkisi olacak. Muhalif Liderler için bu durum büyük bir fırsata dönüştürülerek değerlendirilmek istenir. Bunlardan bazıları yakın çevreleriyle oluşturdukları küçük toplantılarda, sistem değişikliği bahane edilip, Sayın Bahçeli’nin yıpratılması dolayısıyla kendi geleceklerine yönelik son fırsatı değerlendirme kolaylığına kaçmayı düşünürler.
             Sistem değişikliği önerisi referanduma takılırsa Hükümetin aldığı yara onlar için dikkate alınmaz. Önemli olan referanduma destek vererek Hükümetin yanında yer alan Sayın Bahçeli’nin yıpranmasıdır. Yani, milletin kaderinde çok önemli rolü olan sistem değişikliği projesi bu Muhalif Liderlerin gündemini kendi menfaatleri için ilgilendirmektedir. Siyasi rakiplerini bertaraf etme yolunda bir iyi hamle olarak değerlendirdiklerine eminiz. Yoksa “efendim tek adam anlayışı hâkim olacak veya kişiye göre sistem oluşturulursa otoriteleşmeye meydan verilir” gibi sahte bir bahane ile bu durumu kişisel ranta çevirme hesapları yapıldığı gün gibi ortadadır. Bütün bunlar siyaseten olabilecek tarzdır. Velakin memleketin hayrına değildir herhalde. İşte fark bu noktadadır. Parti içi süfli hesaptan hareketle “hayırcılar” ile, büyük fotoğraf etrafında gelişen “evetçiler” eğilimi.
            Gelelim böyle bir ortamın neden zuhur ettiğine;
            1-) Sayın Bahçeli, AKP ye karşı sert muhalefet etti. Öyle ki; Ana muhalefet CHP den bile birçok alanda bu konuda öndeydi. Az bir süre değil, tam on küsur yılda bütün parti teşkilatlarında bir muhalif kültür gelişti. Ulusalcıların yanında, onların da ekmeğine yağ süren bu siyasi duruşla parti içi ilk daireyi oluşturan partililer, AKP’ye çok kötü bilendiler. Bu anlamda siyasi duruş olarak ulusalcılara çok yaklaşıldı. Eh! kolay değil bu iş, denizler gibi geç ısınıp geç soğuma gibi bir şey. MHP’nin ulusallaşmış bu kadrolarından şimdi birden bire yer değiştirme istenmesi elbette doğru değil. Homurdanmalar, kamplaşmalar, farklı seslerin çıkmasının sebebi bu.
            Bahçeli’nin geriye yönelik son on yılda yaptığı muhalefet bir çırpıda unutulsun istenmektedir. Tabi ki bu iş o kadar kolay değil. Bir on yıl daha geçmeli ki MHP seçmeni blok halde mevcut istenilen noktaya gelebilsin.
            Bahçeli ektiğini biçmektedir. Geçmişte yaptığı siyasi hataların ürünüdür bu tablo. İşin başında bugünkü noktada olunmuş olsaydı hiçbir sıkıntı olmadığı gibi Ülkücü irade iktidar veya ortağı olurdu. Dün de bu büyük fotoğrafa göre mevzi tutabilirdi. Bugün ki politikası samimi Ülkücülerin nezdinde takdirle karşılanmaktadır. Zamanla dengeler bu açıdan değişecektir. Velakin bugün itibarı ile Devlet Bey zorlanacağa benzemekte ve zorlanmaktadır. Partizanların, özelikle “İstemezükçülerin”  iknası kolay değildir.
            2-) Parti içi Muhalif Liderlerin sistem değişikliğine kendileri inansa dahi sırf Sayın Bahçeli’nin yıpranması için her türlü oyunu oynamak istemeleri… Bu liderler ülke menfaatine olan bu projeye katkı sağlamayı arzu etseler dahi parti içi hesaplardan dolayı anti Bahçeli’lik yapmaktadırlar. Onlara göre Başkanlık sisteminde MHP için iktidar hayal olur. Veya yarım asırdan fazla bir sürede onca kana, onca gayrete rağmen kavuşulamayan devlet erkine belki yeni sistemde sahiplenilir. Yeni sistem şayet kabul edilirse bu kadronun iktidar olma şansı parlamenter sisteme göre daha fazla olduğu müşada edilse de öncelikli olarak Bahçeli’nin bertaraf edilmesi lüzumuna inanılır kanaati taşınmaktadır.
            Devlet Beyin, ülkenin mukadderatı veya bekası üzerinde oynanan oyunları apaçık gördüğü için kerhen de olsa büyük fotoğraf milliyetçiliğine, özellikle son kalkışmadan sonra keskin bir viraj yaparak dönmesi, birinci dairedeki partizanlar nezdinde şok etkisi yaratmıştır. Muhalif anti Bahçeli’ler, hazmı kolay olmayan bu tabloyu kendi liderlik yarışlarında kullanmak için “İstemezükçülerin” yanında yer alacaklar. Makyavelist faydacılık, ülke milliyetçiliğine zarar verir görünmektedir. Yoksa şu ana kadar hiçbir Muhalif Aday çıkıp ta rengini Sayın Bahçeli’nin aldığı karar doğrultusunda belirtmedi.
            Hemen hepsi tabiri caizse pusuda beklemektedir.
Bu pusuda bekleyen parti içi Muhalif unsurların, Bahçeli ile beraber yıpranmış bir MHP arzu ettikleri için, birinci derecede çığırtkan partizanların şahsında nispeten beklediklerini bulacaklardır. Ama MHP’nin tabanı feraseti ile yine tavrını ortaya koyarak kantarın topuzunu neticeyi olumlu etkileyecek şekilde indirecektir.
            Kısacası,  Bahçelinin gelmiş olduğu noktaya uygun tavır referandumda kendini gösterecek  ve ortalama yüzde atmış civarında “evet” oyuyla milletin bahtı açılacağı tahmin edilmektedir.

10 Şubat 2017 Cuma

ÇAĞDAŞ MÜŞRİKLER, DEMİRBAŞ DEMİRLER ve BETONLAŞMIŞ ALGILAR, Eğitimci,Araştırmacı-Yazar Sıddık Demir

ÇAĞDAŞ MÜŞRİKLER, DEMİRBAŞ DEMİRLER VE BETONLAŞMIŞ ALGILAR!.. 
Sıddık Demir
            Belki zamanı geçti denebilir. Ama yine de kör kütük zihniyete yönelik bir anekdotla durum tespiti yapmaya çalışalım. Çünkü olayların zamanı geçer, velakin demirbaş zihniyetlerin, betonlaşmış algıların asla. Bu zihniyet mensupları, değişmemekte ısrarcı olmalarını, kendi içyapıların da ki delikanlılıklarıyla özdeşleştirdikleri için, bu duruşlarının su götürür tarafını da söyleyerek bir hakkı tespit etmek gerekir.
            Anlı şanlı Üniversite Hocalarının da içinde bulunduğu bir aile toplantısındayız. Hocaların dışında siyasetin her kademesinde bulunmuş, kendilerine göre siyaset allamesi olan zevatlara ilaveten, Dışişlerinde görevli, Uluslararası İlişkiler Uzmanı teknik elemanlarda var. Devletimizin Suriye politikası gündem de.  Ağırlıklı konu da “Daha dün sabah kahvaltısı Şam’da, Halep’te, akşam yemeği ise Ankara’da yenilirken, bu gün ne değişti de bütün köprüler atılarak kanlı, kinli düşman olundu” sözünün etrafında dolaşılıp duruldu.
            Yürütme karşısında taa başından beri gardını almış bu anlı şanlı güngörmüş zevat, haklılıklarını izah ederken rahatladıkları gözden kaçmıyordu. İçlerinden biri dışişlerinden görevli zata “Siz o dönem Halep’te Türkiye Büyük Elçiliğinde çok önemli görevler ifa ediyordunuz. Lütfen bir de sizden dinleyelim. Bu iş, bu düşmanlık, durup dururken olmadı mı” diye sualini sordu.
            Siyasi duruş olarak Yürütmenin pek de yanında olmadığı intibaını uyandıran Dışişlerindeki bu Beyefendi, cevaben; “Hayır, durup dururken olmadı. Hazirun da ki arkadaşlarım, hocalarım işin iç yüzüne vakıf olmadıklarından çok net tavırlar sergiliyorlar. Ben o zaman Halep’teydim. Görüşmelere bire bir şahit oldum. Türk Devleti, ilgili bütün kurumlarıyla Başer ESED’le tam otuz altı defa görüştü. Başbakanıyla, Dışişleri Bakanıyla, MİT müsteşarı ve diğer ilgili görevlileriyle defalarca yapılan bütün görüşmelerde Başer ikna olmuş gibi davrandı. Bizimkiler huzurda ayrılınca hiçbir sözünde durmadı.
            Yetkililerimizin talebi;
            “Bu Arap baharını bahane ederek devletinizi yıkacaklar. Birden çok parçaya ayıracaklar. Çok büyük sıkıntılar olacak. İnsanlarınız rahat yüzü görmeyecek. Sizde rahat uyku uyuyamayacaksınız. Gelin bunların oyununu bozalım. Alışkanlığınızdan veya otoritenizden biraz taviz verin de şu halk çok partili sistemle rahatlasın. Halkın demokratik hak ve taleplerine aşırı devlet gücü gösterirseniz onların ekmeğine yağ sürersiniz. Sizin huzurunuz kaçarsa bizim de huzurumuz kaçar gibi farklı zamanlardaki görüşmelerde de benzeri fikirler hep telkin edildi. Bu görüşmelerde yetkili Devlet Adamlarımızın huzurunda söz verdikleri halde hiçbir vaatlerini yerine getirmediler” diyerek sözlerini tamamlamak üzereyken, Demirbaş Demirler ve Siyaset Bilimcileri sanki koro halinde;
            “Bu devlet meselesi efendim. Otuz altı defa görüşen yetkililer neden kırk altı defa, elli altı defa görüşmedi” gibi körkütük duruşlarını sergiler göründüler.
            Hâlbuki şu beklenirdi;
            “ İşin iç yüzüne malik biri olarak verdiğiniz bilgilerle bizi aydınlattınız. Biz durup dururken neden böyle olduğunu söylüyorduk. Meğer öyle değilmiş ve devletimiz lüzumundan fazla mesai sarf etmiş. Görevini fazlasıyla yapmış. Şu an itibariyle işin muhataplarını haklı bulmaktayız. Bu bilgilerin yayılmasına bundan böyle çalışarak bühtan etmekten kurtulmalıyız” diyerek nedamet duyduklarını en azında vücut diliyle belli etmeliydiler. Bu asaleti gösteremediler.  İşte olay bu, Hocada olsa Siyaset Uzmanı da olsa Zombilik, başka nasıl izah edilir. Deveyi iğnenin deliğinden geçirsen de inandıramazsın. Ve bu eylem beş para etmez.
            Hani Peygamber Efendimizin de böyle bir olayla karşılaştığı söylenir; 
            Müşriklerden bir grup İslam’ın muarızlarının hazırladığı soruyu O mübarek insana “Bilmezde rezil olur” niyetiyle huzura gelerek sordukları; “ Hızır- Musa ilişkisi, ruh ve kader konusu veya Zülkarneyn hakkında bilgi verir misin” gibi taleplerine Peygamber, ilk defa böyle bir soru ile karşılaştığı için “Yarın gelin de cevabını alın” diye mukabele gördükleri bilinir.
“İnşallah yarın gelin” demediği için, yarın olur, nice yarınlar gelir geçer, sonunda Cibril sorunun cevabı ile gelir. Peygamberimizin sıkıntısının “ İnşallahı” unutmasından kaynaklandığını kendisine bildirerek Müşriklerin sorularına yönelik cevabı da verir. 
            Çok gecikmeli de olsa huzura gelen Müşrikler sorularına cevabı alırlar almasına amma imani hallerinde bir değişiklik olmaz. Yine Müşrik kalırlar. Deveyi iğnenin deliğinden geçirdiğini görseler dahi zihniyetleri değişmez. Onlar, güya kendi davalarında taviz vermeyen, delikanlı duruş sergileyen, böylece davalarına sadık kalan unsurlardır.
Bu halleriyle mutlaka çok da övünürler.
            Zihniyetler değişmez kolay kolay. 
Dün öyle…  Bugün böyle…  
Çağdaş Müşrikler, demirbaş Demirler, betonlaşmış algılar, değişmemeyi maharet kabul edenler, dünde bugünde aynıdır.
Ne diyelim, nasip meselesi…

3 Şubat 2017 Cuma

PARTİZANLIK VEYA ZOMBİLİK - Sıddık Demir

PARTİZANLIK VEYA ZOMBİLİK
Sıddık Demir
Afrika kabilelerinde görülen “Yaşayan Ölüler” vardır. Cengiz Aytmatov’un “Mankurtları” gibidirler.  Bunlara kısaca “Zombi” de denir. Mankurt veya Zombi olarak bilinen insan görünümünde ki bu robotlar, geçirilmiş oldukları işkence metotlarına direnemedikleri için aldıkları yeni halden sorumlu tutulmazlar.
Ülkemizde ki insanlarımızın bir kısmında görülen, Mankurtlaşma veya Zombileşme, benzeri bildik işkence metotlarından geçmiş olsalar acırız hallerine. İyileşmeleri için bin bir dua ve niyazda bulunuruz. Çünkü gönüllülük yoktur bu olay da. Kaderin örmüş olduğu çok vahşi bir tuzaktır bu sonuç onlar için. İnsanlık ayıbıdır. Ama neylersin, o günün acımasız metotları ile insanlar robotlaştırılarak ordular oluşturuluyordu.
Bahsedilen kader kurbanlarının şartlarını yaşamadan gönüllü oluşan Zombiliğe örnek teşkil edilenlere çevremizde çok rastlamaktayız. Anlamakta zorlandığımız, bir zamanlar kader birliği yaptığımız bu kesimdeki eski dost ve tanıdıkların içine düştükleri Zombi veya Mankurtluklar sık sık kendini göstermektedir. Aile ve sosyal hayatını rezil edecek, hayat memat noktasında görevi ya da sıkıntısı olmayan kişilerin Mankurtlaşması veya Zombileşmesi neyin nesidir? Dilimizin döndüğü, kalemimizin işlediği ölçüde analizini yapmak istersek;
Kültür değişimine veya kırınımına hiç şüphesiz siyasetin etkisi vardır. Birbirine çok mesafeli birtakım sivil toplum örgütlerin veya partilerin etkisi büyüktür. Üstüne üstük bir de doğal değişimin ayağı olan zaman faktörünü de eklersek, kuşaklar arası uçurumların açıldığı rahat görülür. Biz işin doğal olmayan gönüllülük esasına göre bazı kişilerin nasıl Mankurlaştığı veya Zombileştiğini anlamaya çalışıyoruz. Bir defa kafasının içinde putları olan insanlar bu sınıfa aday olanlardır. Okumayan, okuduğunu anlamayan, ulaştığı bilgi ile yeni sentezlere varamayanlar bu pazarın adayıdırlar.
Sloganik savunmaların içini dolduramayan bireyler, başkasının kafaları ile düşündükleri için en iyi adaydırlar. Mesela; Temiz ve muhafazakâr bir ailenin olgun yaştaki evladı basit bir kaza sonu suçlu bulunur. Cezasını çekmek için bir müddet hapis yatar. Koğuşta ileri yaşta Komünist bir mahkûmla yan yana kalmak durumunda kalır. Sloganik bilgiler dışında boş olduğu için Komünist mahkûmun ilgilenmesiyle beyni yıkanır. Mahkûmiyetten sonra evine gelir. Büyük bir sevinç içerisinde kapıyı açan annesine hitaben, ilk cümlesi “Sistemin kölesi nasılsın?” diyerek hal hatır sorması…
Daha genele gelirsek. Yavuz Sultan SELİM Köprüsü’nün temeli atılmadan ismi açıklandı. Malum çevreler itiraz etti. Tartışmalar başladı. İlgi çeken tartışmaya Milliyetçi olduğu iddiasında ki Yeniçağ Gazetesi de katıldı. O zaman Genel Yayın Yönetmeni, köprünün ismini taşıyan Yavuz Selim Demirağ adında bir gazeteci idi. Son dönemlerde gündemde olan bu yönetmenin sorumluluğundaki Yeniçağ Gazetesi “Bu ismin o köprüye verilmesi Türk Milleti’nin içine nifak sokmaktır. Hükümet bula bula bu ismimi buldu ” şeklinde başlık attı. Gazetenin okuyucuları belli olduğu için, bu başlık bir kısmının şahsında rahatsızlık oluştursa da, kol kırılır yen içinde anlayışı ile homurdanmalar fazla sürmedi.
Aynı gün, bu başlığın sebebini sormak için kendisi ile bağlantı kuran eski Kahramanmaraş Milletvekili “ Biz ismi değil de bu ismi verenleri kınamak için o baş manşeti attık” gibi hiçte inandırıcı olmayan cevap aldı. Zombiliğin diğer adı da aşırı partizanlık değil mi? Oysa hiçbir Milliyetçi, Yavuz Sultan SELİM isminden rahatsız olmazdı. Ama Yavuz Selim Demirağ ve gazetesi aşırı rahatsız olduğunu o başlıkla ortaya koymuş oldu. Bu gazetecinin tavrını hafifleten olay ise Meclis Araştırma Komisyonu’na vermiş olduğu ifadenin satır aralığında kendini gösterdi. Feto v.b. cemaatlerin kendisini Sünni-İslam anlayışından soğuttuğu için Alevi-İslam anlayışını seçtiğini belirtmesi… 
Bir de bu kesimin Osmanlı düşmanlığı bu günlerde hat safhaya çıkmıştır. Vekillik yapmış insanları bile Ulu Hakan ABDULHAMİT deyince, hemen gardını alarak başlıyor O’nu ve şahsında Osmanlıyı kötülemeye. Hâlbuki bu zümreler ekalliyet de değil. Öyle olsa diyeceğimiz olmaz. Asli unsurun Zombiliğidir bütün bunlar. Bir aile toplantısında Üniversite yıllarında Ülkü Ocaklarında beraberliğimiz olan bir kardeşimizin Zombiliğini hiç unutamam. Şöyle ki;
“Devletimiz tohum ihtiyacının önemli bir kısmını dış alımla temin ederek çiftçilerimizin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Belli bir süre sonra Tarım Bakanlığı aldığı tedbirlerle, bir iki kalem haricinde ki tohumları artık kendi çiftçisine karşılattığı gibi bağımlılıktan kurtularak tohum ihraç eden ülkeler arasına girilmiştir. Tohum Üreticiler Birliği’nin verileri bu yöndedir” gibi sözler sarf ederken, arkadaşımın hindi gibi kızararak eli ayağı titrediğine şahit oldum. İster istemez göz göze gelince aşırı refleks gösterdi. “Sen nasıl böyle bir tespit yaparsın? Bu durumda mevcut iktidarı övüyorsun. Sana yakışır mı bu iktidarı övmek” gibi daha neler neler… Ona öyle bir acıdım ki, işte Milliyetçilik adına ortaya konulan Zombilik.
Yine aynı kesimde bazı arkadaşlarımız memleket meselelerine girince, hele de din iman mevzuu bahis olunca, ilk sözleri “Bu Cami Cemaatinden, şu Tarikatlardan tiksiniyorum. Bu memleketin başına ne geliyorsa bu Cami Cemaatinden ya da diğer Dini Cemaatlerden geliyor arkadaş. Bunların bir zamanlar yasaklanması haklıymış” gibi laflar eden dünkü Milliyetçi çok arkadaşımıza şahit olmaktayız.
Devletimizin zirvede ki temsilcisi şiir okumayı sever. Milliyetçi kesimin Bayrak yaptığı Arif Nihat ASYA ve Hüseyin Nihal ATSIZ’dan şiir okuması bizi gururlandırdı. Oysa bu Zombiler, kırk kulpu birden taktılar. Ülkücü şehitlerimizden Mustafa Pehlivanoğlu’nu birçok defa gözyaşları ile anan, zirve deki bu Siyasetçiye karşı demediklerini bırakmayan Mankurt veya Zombi ufuklu bu gönüllü robotcukların bu hali ciddi bir hastalığa işaret olarak algılanarak geri dönüşüm metodu ile yeniden topluma kazandırılmalıdır. Yani rehabilite…
Cemil Meriç;
 “Partizanlık insanın gözünü kör eder veya ideolojiler insan ruhuna giydirilmiş deli gömleklerdir” sözüne benzer yapılanmalar bu insanları zombileştirmiştir. Vesselam…