9 Ağustos 2024 Cuma

Balkanlar, Sıddık DEMİR

 

Bu bir gezi yazısıdır.

BALKANLAR

Sıddık DEMİR

Evlad-ı Fatihan yurdu. Binlerce şehidin ve şühedanın sebil olduğu devrik vatan. Anadolu'dan onlarca kat devlet imkanlarının harcandığı coğrafya. Destanlarını yazıp, türküleriyle, nağmeleriyle avunduğumuz kayıp vatan. Emperyal karakteri olan bir milletin vahşilikten uzak hüküm sürdüğü, nizamsız beldelere nizamı hâkim kılan, asırlık bir zaman dilimi geçmesine rağmen yokluğu hissedilen hasret.

Medeniyetinin çekirdeğini oluşturan adaletin evrenselliği, adilane yönetim biçimi mayasında olan, onun içindir ki asırlardır hükmettiği topraklarda aranılan unsur olması, küfür ve zulümle iştigal eden bir miras bırakmaması, vasilerinin alnı dik gururla ziyaret etmelerini sağlamaktadır. Eratından hükümdarlarına varana kadar, ordunun içinde veya başında alemlere düzen ve nizam götürme ülküsüyle binlerce kilometre mesafeyi o günün şartlarında pilav yiyerek, Mesnevi okuyarak kateden ecdadın torunları olarak, klimalı bineklerle türlü türlü gıda depolayarak, konforlu seyahatle bile zaman zaman bitkin düştüğümüz ziyarette, ecdadın devasa gayreti ve emeği karşısında insanın idraki, havsalası alamıyor doğrusu. Yeryüzü iki kişiye az anlayışıyla dünyanın Efendisi bir millet olmak, her topluluğa elbette nasip olmaz.

Türk-İslam medeniyetinin insanlığa sunduğu “Adalet” Kelam-ı Kadim emridir. Bırakınız Güney Balkanları, kuzeyinde dahi bu böyle olmuştur. Polonya halkı arasında “Ne zaman ki Osmanlı atları Vistül Nehri’nde su içer” veya “Ne zaman ki Türk askerleri Vistül Nehri’nden atlarını sular” işte o zaman insanca adilane bir yönetime sahip oluruz” diye hayıflandıkları söylenir durur. Peyderpey de benzeri beyanlar yapılır “Ne zaman geleceksiniz? Sizi bekliyoruz” gibi beyanlar. Hüdavendigar’ımızın türbedarının “Evladım bekleniyorsunuz” beyanına şahit olunca gözyaşlarının pınar olduğu görülür. Ziyaretimizdeki ekipte olan bir tarihçimizin hıçkıra hıçkıra ağladığı unutulur mu. Aşuk maşuk meselesi…

Derlerdi ki Osmanlı Balkanlar'da yok. Kimsenin diline, kimliğine karışmamış bu düşünce doğrudur. Lakin değiştirme ve dönüştürme beklentisi olanlar bunu bir nakısa olarak görüp başarısızlıkla suçlama cihetine giderler. Mazluma kimlik sorulmaz anlayışı, adaletin tesisinin gereğidir. Kısa bir gezi neticesinde gördük ki Ecdadımız Balkanlar'ın her tarafında halen vardır. Bunca izlerin silinmesinden sonra bölge insanının beyninde müspet bir algı hiçbir zaman silinmeyecek gibi görülüyor.

Sırpların dışında kalan milletlerin Ecdadımıza bakışını oldukça müspet gördük. Zaten bütün Balkanlarda Osmanlı yayılmacılığına karşı en önemli direnç gösteren her zaman Sırplar olmuştur. Kendileri açısından özgürlüklerine düşkün, savaşçı bir millet olmaları bugün bile bölgenin başını ağrıtacak potansiyele sahip oldukları belli oluyor.

Şimdi dokuz devletli bir turdan bahsedelim…

YUNANİSTAN

İpsala dan giriş yapıldı. Rehberimiz Bahri İsmail adında Makedonyalı bir Türk. Allah var görevinde tecrübeli orta yaşta Türklük şuuru da yerinde biri. Makedonya'da Türkler var. Temsilen üç ayrı parti kurmuşlar. Arnavutların kendilerini asimile etmesinden bahsediyor tur boyunca. Gostivar’da yaşıyor.

 İpsala dan itibaren ilk durak yerimiz olan Kavala'ya kadar çok verimli dümdüz bir arazide seyretmekteyiz. Bölgede İşkece ve Gümülcine şehirleri görülüyor. Bu yerleşim yerlerinin halkı çoğunluk olmasa da Müslüman Türk'tür. Nüfus kaydırmaları ve yerleşik hayatın dinamiklerinden dolayı siyasi olarak zorlu sıkıntılar çekilmiştir.

Yunan devletinin ısrarla “Türk yok, Müslüman azınlık var” görüşü halen devam etmektedir. Halkın kendi müftüsünü seçmesi yerine atanan bir müftüye bağlanmasıyla iki başlı dini hayat devam ettirilir. Üzeri zaman zaman küllenmiş olsa da “Türk azınlık” tabiri kullanılmamaktadır. Merhum Sadık Ahmet ile başlayan Batı Trakya meselesi halen vuzuha kavuşmuş değil.

Yunan devleti, özellikle de siyasileri, Türk düşmanlığı üzerine siyaset yaparlar. Kıta sahanlığı ve adalar konusu sürekli canlı tutulur.

Kavala'ya vardık. Osmanlı tarihinde çok önemli bir yeri olan bu belde oldukça gelişmiş bir liman kentidir. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın şehridir. Kendisi Mısır valisi iken merkezi idareye isyan ederek Padişahın ordusunu bozguna uğratmasıyla meşhurdur. Denize nazır büyük bir heykeli dikilmiştir. Kanuni döneminde içme suyu sıkıntısı çekildiği için vali olarak atanan Pargalı İbrahim tarafından devasa bir su kemeri yapılır. Şehrin her tarafından görülebilen bu yapı ecdat yadigarı olarak bugüne kadar gelmiştir. Onca tahriklere rağmen Osmanlı eserlerinin izleri her yerde görünür.

Şehir gezisinden sonra ver elini Selanik’e. Rehberimizin anlattığı kadarıyla yetinmek zorundayız. Hiç yabancılık çekmememizin yanında gezi boyunca dil sıkıntısı da çekilmedi. Her an bir Türk ile veya Türk kökenli esnafla karşılaşıp derdimizi anlatabiliyorduk. Bir Türk lokantasına girdik. Kütüphanede Türkçe eserler Yunuslar, Mesneviler ve diğer… İskece kadar Gümülcine kadar Türk olan Selanik… Büyük Makedonya’nın baş şehri olan bir liman kenti. Bize ait Hamza Bey camisi bakımsız içler acısı, TİKA camiye el atmış. Şehrin ortasında ihtişamlı bir kule yapılanmış. Önemli bir Osmanlı eseridir. Kulenin biraz ilerisinde tıpkı Kavalalı İbrahim Paşa’nın atlı anıtı gibi, Büyük İskender anıtı limanın süsü olmuş. İslam alimlerinin bir kısmının Zülkarneyn olabilir dedikleri İskender…

 Zülkarneyn Peygamberin en önemli özelliği, güneşin doğduğu yöne olan savaşıdır. Oradaki Yecüc Mecüc denilen kavim ile karşılaşması önem arz eder. İskender de Persler üzerine yaptığı savaşta imparator Darius’u yenip devletini yıkar ve yarım asra yakın hâkim olması bakımından Zülkarneyn’e benzetilerek odur denilir. 16. Yüzyılda. Osmanlı sadrazamı Vani Mehmet Efendi, Zülkarneyn'in bütün işaretlerinin Oğuzhan’da olma ihtimalinin en kuvvetli olanıdır diyerek Zülkarneyn'in Oğuzhan olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla OGUZ HAN Türk milletine gönderilen ZÜLKARNEYN Peygamber olmuş oluyor.

Selanik'e varılır da kurucu devlet adamımız Atatürk'ün doğduğu yer görülmez mi? Malikanenin bitişiğinde Türk Konsolosluğu bulunuyor. Büyük bir iç hissiyatıyla devletimizin kurucu liderine beşiklik etmiş bu yapının görülmesinden sonra meşhur Manastır İdadisi’ni görmek üzere Makedonya’ya hareket ediyoruz.

 

MAKEDONYA



Selanik'i bir kurşun atmadan teslim eden Tahsin Paşa, Jön Türklerin Sultan aleyhtarlığı, paralel hareket eden Resneli Niyazi’nin Fransa'yı mekân tutmaları aynı zamana rastlar. İşte Resnelinin doğup büyüdüğü yer. Şoförü tarafından öldürülen Resneli Niyazi’nin bu akıbeti dilimize “Pisi pisine gitti Niyazi” deyiminin yerleşmesine sebep olur. Fransa hayranı bir tip. Doğduğu topraklara ve nizama ihanet eden ama o nizamın bekçisi pozisyonunda olan şoförü tarafından ortadan kaldırılan Niyazi. Tıpkı Rus Büyükelçiliği önünde yıllarca faytonculuk yapan Mehmet Efendi gibi. Zamanı gelince ülke aleyhine çalışan Rus elçiyi bertaraf ederek adi bir cinayet süsü veren Sultan Abdülhamid'in “Has kulum” dediği Mehmet Efendi. Göstermelik mahkeme ve verilen cezanın çekilmesi için başka bir şehre kendisinden önce gelen “Has kulum iyi ağırlasın” telgrafı. İşte Devlet…

Mustafa Kemal’in lise tahsilini yaptığı Manastıra intikal edildi. Manastır, sade ve küçük bir yerleşim yeri. Manastır İdadesinde okurken Eleni isimli bir ecnebi kızla aşkı tarihi kayıtlara geçen Mustafa Kemal. Eleni ile yazışmalarını bir ben hariç bilmeyen yokmuş. Denilir ki Mustafa Kemal iki nedenle okulunu dahi bırakarak fedakârlık yapar. Biri Eleni, diğeri de Türk-Balkan savaşı için. Bu derece de samimi ve şuurlu.

Makedonya'nın en güzel kenti Ohri…

Avrupa'nın en büyük gölü, etrafını sarmış yemyeşil sarp dağların ortasında uçsuz bucaksız devasa bir görüntüyle sere serpe serilmiş, seyretmekle doyum olmuyor. Tekneyle dalalım bağrına dedik…

İddia edilir ki, Slav kökenli iki kardeş. Bugün yaygın olarak kullanılan Kiril alfabesinin kurucuları Ohri’de yaşamışlardır. Slav halkı da kayıtsız kalmamış vefa borçlarını iki dev anıtla ödemişlerdir. Slavların kültür tarihinde çok önemli mihenk taşı olan bu mucizevi buluş Ortodoks Hıristiyanlık içinde vazgeçilmez bir kimlik unsuru olduğu belli olmaktadır.

Şehir içi turumuzu tamamladıktan sonra Ohri Cennet Gölü’nün tam eteğindeki konaklama yerine geçtik. Gerçekten görülmeye değer, dünya güzeli bir şehir Ohri.

Başkenti meşhur Üsküp’tür. Milli şairimiz Yahya Kemal’in doğup büyüdüğü şehir. Osmanlı, Türk tarihinde de Üsküp’ün önemi en az Saraybosna gibi önemli olup birer Türk şehirleridir diyebiliriz. Her tarafta Türklük kokusu kendini hissettiriyor. Onun içindir ki günümüzde bile batılı istihbaratçıların cirit attığı söyleniyor. Amaçları Türk iktidarını, Türk etkisini kırmak. Bu geziden de anlaşıldığı üzere asırlardır hüküm sürdüğümüz Balkanlar'da halen unutulmayan, sevilen, sayılan hatta beklenilen, yer yer de korkulan bir millet olduğumuza, alnı dik bir şekilde şahit oluyoruz. Üsküp'e varmadan önce Rehber Bahri Bey’in ikamet ettiği Gostivar’dan Kardelen’e giderken meşhur Vardar Ovasında “Vardar Ovası” türküsünü mırıldanarak geçiyoruz. Etrafımızda yükselen minareleri ile Hıristiyan Avrupa'ya höyküren onlarca camili yerleşim alanlarını gururla seyrediyoruz. Kardelen’in çoğunluğu Arnavut Müslümanlardan oluşuyor. Balkanlar'ın tamamında İslami izler görülüyor. Nasıl ki Osmanlı’nın karşısında en büyük direnci Sırplar göstermişse, İmparatorluktan sonra Hristiyanlığın karşısında en büyük direnci Boşnaklarla Arnavutlar göstermiş olmalı ki biz Türkler, Müslümanlar, bu kardeşlerimiz sayesinde halen oralarda varız. Medeniyetler çatışmasından veya saflaşmasında yerimiz belli olmaktadır. Tabii ki aynı gaye veya aynı endişeleri yüreğinde duyanlar için.

Rehber Bahri Bey’e göre ise Türkler ricattan sonra azaldığı için bölgede hâkim Müslüman unsur Arnavutlar kalmış. Türklere yönelik baskıcı bir yaklaşımla tek Müslüman tipi yaratmaya yönelik kamu baskısı da oluşmuş. Buna karşı direnenler partileşmiş durumda ve hatta iki milyonluk Makedonya’da üç tane Türk partisi olduğu söyleniyor. Bahri bey de birinde görevli. Bu bölünmüşlük bize göre Arnavut kardeşlerimizin işine gelmektedir doğal olarak.

Ve başkent Üsküp…Şehir, Osmanlı’nın Vardar Nehri üzerinde yaptığı tarihi Taşköprü ile ikiye ayrılmıştır. Makedonya bağımsızlığını aldıktan sonra AB'den gelen yardımlarla taş köprünün iki tarafına devasa heykeller ve kamu binaları dikerek güya modernleşmiştir. Taşköprü'nün karşı tarafında İseviler, bu tarafında Müslümanlar çoğunluktadır. Bu tarafta olan Mustafa Paşa Camisi’nde vakitleri eda ederek şehir gezintisine çıktık. Vardar Ovasından, Vardar Nehri’nin etrafında kurulmuş olan tarihi Üsküp. Bize Türk Üsküp hissiyatını yaşattı. Etrafındaki dağın adı bile Şar Dağı. Tıpkı Maraş’ın Elbistan ilçesinin çevresindeki dağların adınında Şar Dağları olduğu gibi. İzler, benzerler çok. Hatta Üsküp’e intikalden önce Şar Dağları’ndan akagelen büyük bir kanyonu da görmeden geçemedik. Vardar nehrinin kaynaklarından biriymiş. Yol boyunca uğrak verdiğimiz ve görülmeye değer bizden bir ibadethane, adı Alaca Cami. Mürşide ve Mensure adında iki kız kardeşin büyük fedakarlıklarla yaptırdığı cami. Sanat değeri oldukça yüksek. UNESCO tarafından korunmaya alınmış bir Türk eseri. Şair Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya isimli kitabında da bu belde deki Türk izleri ve ruhunu anlatan çok güzel notlar bulunur. Devletimizin bu bölgelerde ricatından sonra baskı altına alınan Müslümanlığın Tekkeler vasıtasıyla tutunduğu bir gerçeği ortaya koyar. Tıpkı Ekim devriminden sonra kendini yer altına çekerek İslam’ı yaşatan Tekke veya Tarikatların mücadelelerini anlatan Alexander adında bir yazarın” Sufi ve Komiser” kitabında anlatılan gibi. Tarikat ve cemaatlerin sürekli aleyhinde olanların kulakları çınlasın. Bütün Balkanlarda Bektaşi dergahlarıyla ayakta kalan İslam. Bu ruhtur ki şehrin zirvelerine dikilen ve hemen her yönde görülen Haçın yanına özellikle Müslüman Arnavut kardeşlerimizin diktiği aynı büyüklükte ve aynı yerdeki Minare yapıları, “sen varsan bende varım” demektedir. Medeniyetler çatışmasının işaret fişekleridir bunlar. Tıpkı Sovyet yayılmacılığı etkisinde kalan bazı gençlerin örgütlenmesine karşı tepki olarak doğan Ülkücü denilen gençlik gibi. Haç dikilmese tepkisel bir görüntü elbette olmazdı. Ama beşer kıyamete kadar bu farklılık için mücadele verir ve vermiştir. Amerikalı Samuel P. Huntington “Medeniyetler Çatışması” eserinde bu konulara ışık tutar.

KOSOVA

Nerede olsa karşıma çıkar bir kanlı ova, sen misin yoksa hayalin mi vefasız Kosova…

                                                                                        M. Akif Ersoy


Başkenti Priştine ve iki milyona varan nüfusuyla Müslüman Arnavutların hâkim olduğu bir coğrafya. İç siyasette birbirlerine karşı takıntılı olsalar da dışa yönelik Arnavut milliyetçiliğinin tavizsiz hüküm sürdüğü bir evlad-ı fatihan yurdu. İslam ne yazık ki bütün Arnavutluk’un dini değil. Hıristiyan Arnavut kökenliler de az değil. Priştine içi geziyi hemen kenar muhitte bulunan ziyaretgah için feda etmez miyiz. Evet, işte huzurundayız…

 I. Kosova seferi Murat Hüdavendigar’ın makamı, Tuza çökmüş yoz gibi büyük birer duygu selinin temaşası bile insanın göz pınarının faaliyete geçmesine vesile oluyor. Nadide ekip arkadaşlarımızdan Emin beyin, tarihçi kardeşimiz Nesim Bey’in, Yozgatlı Abdülkadir ve Sinan bey’lerin makam karşısında tavırları olması gereken gibi, tamamen duygusallığın baş gösterdiği doğallık. Torunlarının kadirşinaslığının temaşası dahi o güzelliğe değer. Yenilgiye tahammül edemeyen Miloş isimli bir Sırp komutanın kahpece saldırısında duasındaki akıbete uğrayan koca Sultanın iç organlarının bulunduğu mekân aha da burasıdır. TİKA denilen, medar-ı iftihar kurumumuz buraya da el atmış. Gereken tadilatları yaptırmış. Yalnız burası değil, dünyada ne kadar bize ait ayakta duran izler varsa TİKA orada olmaktadır.

Kapıda halen türbedarlık yapan bir ihtiyar kadın herkesin dikkatlerini çekmektedir. Kendini Özbek kökenli olarak tanıtan Saniye teyze, buranın ilk türbedarı Hacı Ali Buharalı’nın kim bilir kaçıncı kuşaktan torunudur. Büyük büyük atasının mezarı türbeye girişin sağ tarafındadır. Saniye teyze bir yönüyle iki ulu kişiye hizmet etmektedir. Gözleri bizleri görmekten ve Anadolu Türkçesiyle bizlerle konuşmaktan çok mutmain. Maşallah anlatıyor da anlatıyor. Defalarca ellerinden öperek sarılıyoruz anamıza. Ayrılırken bu ihtiyar kadın anamız konuşmasını kesiyor ve “Ne zaman geleceksiniz? Bu topraklar sizi bekliyor.” diye söyleniyor.

Kosova'nın ikinci büyük kenti Prizren’e hareket ediyoruz. Prizren halkının büyük çoğunluğu Türk nüfusa sahip. Onun içindir ki Türkçe resmi dildir. Sinan paşa camisi ve camiye bağlana köprüler ile sarp bir kaleye sahiptir. Sinan Paşa Camisi’nde huşu ile kılınan namazdan sonra halen açık olan Halveti dergâhını ziyaret ettik. Tam bir Türk şehri. Sokak çeşmelerinden dahi akan buz gibi sular. Sinan Paşa Camisi çok bakımlı olmasına rağmen bir arka sokakta yani Maraş mahallesindeki Bayraklı Camisi aynı büyüklüğüne rağmen bakımsız gördük. İnşallah TİKA’nın dikkatini çekmiştir. Kosova'nın sınırları tamamen karadan oluşur. Denize açık tarafı yoktur. Arnavutluk ve Kosova devletinin halkının tamamına yakını Arnavutlar dan oluşur. Küçük bir yüzde teşkil eden Sırplar Kosova'nın yumuşak karnıdır. Onun içindir ki Enver Hoca'nın Arnavutluk’u ile şimdiki Kosova birbirinden ayrı düşünülemez. Adriyatik ve İyon denizinin Kosova'dan itibaren kuzeye doğru uzun bir kıyısı olan Karadağ, Arnavutluk ve hatta Hırvatistan, deniz yoluyla nefes alan ülke durumundadır.

Kosova üzerinden Arnavutluk'un bizim tarihimiz için önemli bir yeri olan İşkodra’ya uzandık. Milli
kahramanları İskender Bey’in anıtları göze çarpıyor. Bilindiği gibi Osmanlı müesses nizamında Hıristiyan veya gayri İslam çocukları ailelerinden alınarak yönetici sınıfın eğitildikleri Enderun denilen mektepte yetiştirilir ve Müslüman yapılırdı. Bu mektepte yetiştirilen kadrolar devleti yönetirdi. Padişah hariç alt kadrolarının yetiştiği okul Enderun’du. Onun içindir ki zamanla büyük hata yapan vezirlerin başı vurulurdu. Devlet ancak böyle ayakta uzun müddet yaşardı. Her başı vurulan devlet adamlarının tahribatı, yerine oturanlar tarafından telafi edilir ve kan ve kin davası olmazdı. Çünkü Enderun’dan gelen ve kökü kömeci olmayan kadrolardı. İstisnalar hariç müesses nizam böyleydi. İşte Arnavutluk’un milli kahraman olarak gördüğü İskender Bey de bir Enderun mezunu Osmanlı bürokratıydı. Zamanla Hıristiyan bir aileden devşirilerek Devlet-i Ali’nin Enderun’da asimile edildiğini anlayınca, kendini yetiştiren devletinin karşısına çıkarak isyan eder. Kendi kimliğine rücu ederek devrin Sultanı Fatih'e zor anlar yaşatır. Tabii ki tek sebep kimlik sorunu değildir. Arnavutlar Balkanlarda Sırplar kadar gözü kara ve savaşçı bir millettir. Sırplardan farkı inatçılıklarıdır. Anadolu insanı bile bu kavmi “Arnavut inadı” diye hatırlar. Bugünkü Türkiye'mizde dahi gerek Arnavutlar gerekse Boşnaklar nüfus bakımından önemli yer oluştururlar. Kendilerinin de Yahudilikte olduğu gibi üstün özellikleri olduklarına inanırlar. Hatta öyle ki hazreti Peygamberlerin bile Arnavut olabileceğine dair göstergeler görülebilir. Başat kavim hastalığı iflah olmaz miktardadır. Ama Allah var balkanlarda İslami değerlerin koruyucu ve kollayıcısı durumunda oldukları görülmektedir. Evet, İşkodra’nın Arnavutluk’ta bizim görmemiz gereken yer olarak seçilmesi bundandır.

İşkodra’dan kuzeye doğru deniz manzaralı temaşada doyumsuz zevkle seyrederken bir küçük devlet olan Karadağ gümrüğüne giriyoruz. Yaklaşık 600.000 nüfusa sahip Karadağ'ın önemli turistik yerlerini kale ve katedrallerini gördük. Tabiat yemyeşil, alçak yerler sularla kaplı tam bir liman kenti olarak inşa edilmiş yerleşim alanları, sanki cennetten bir parça dedikleri kadar var. Venedik ve Ceneviz’lerin yaşam kentleri, onların kurduğu tarihi şehirler. Hele Kotor denilen turistik beldenin orijinal değerleriyle Adriyatik denizine karşı heybetli duruşu... Ayak bastı parası vererek Kotor’a giriyoruz. Dağın eteğine kurulu batı deniz kıyısı, doğusu yalçın dağlar fakat o da ne? Doğudan gelebilecek tehlikeye karşı uzunca surlar. Kime karşı Türklere karşı. Venedikler kurdukları şehri yani Kotor’u Osmanlı'dan korumak için çok ciddi surlar yapmışlar. Buna rağmen Türkler işte burada!  Türk inşaat firmalarının diktiği modern binalarla Türkler Avrupa’nın her yerinde varlar. Kotor insanı Türkleri sevmediğine dair göstergelerde görülmüyor değil.

İkinci önemli liman kenti Budva’dır. Kotor gerçek bir Hıristiyan kültür merkezidir. Birden çok kilisesinin yanı sıra kalesi, minaresi ve çarşaf gibi yemyeşil bitki örtüsüne inat masmavi denizi görmeye değer.

HIRVATİSTAN

Karadağ'dan gecelik konaklamadan Hırvatistan’a geçtik. AB ve Şanghay üyeliği olan 40 milyonluk nüfusa sahip bu devlet, Adriyatik denizi boyunca Slovenya’ya kadar denize kıyısı var. Bütün Balkan devletleri gibi coğrafya yeşil ile maviden oluşmaktadır. Deniz mavisi olmayanında deniz gibi ırmak ve gölleriyle aynı görüntü oluşur. Su bakımından oldukça güçlü kaynakları olan bu bölgeye yaratıcı çok bonkör davranmış görünüyor. İlk uğrak verdiğimiz yerleşim alanı güzel mi güzel derli toplu Dubrovnik kentidir. Başkenti Zagrep’tir. Dubrovnikte Yozgatlı Kadirimizi kaybettik. O günden sonra rehberin “tamam mıyız arkadaşlar” hitabı üzere Yozgatlının koltuğuna bakılır oldu. O varsa devam komutu üzerine harekete geçildi…

BOSNA-HERSEK

Aliyev, örnek bir Müslüman, bilge bir lider, mücadeleci bir kişilik, daha önemlisi vefalı bir evladı neslihan nesli… Asırlardır yaşayan efsane olmayı hak eden bir Balkan Türkü, bir Boşnak Müslüman…Biz ne kadar Türk isek oda O kadar Türk, O ne kadar Boşnaksa bizde o kadar Boşnak’ız demek yerinde olur herhalde.

Kendisine ait “Türk öldü deseler tabuta da konsa, mezara konulup üzerine toprağı atılmadıysa biz ümidimizi kesmeyiz” sözleriyle vefasını gösteren merhum İzzetbegoviç’in mütevazı mezarının başında vefalı Türkleri görmek, bu duruşunun abartılmayışına işarettir. Hüdavendigar’ımızın başındaki duygu seliyle aynı atmosfer göstermiş oluyor ki, kalpten kalbe köprüler atılmış bir bütünün balkanlardaki diğer yarısı Aliyevimizin temsil ettiği zihniyettir. Medeniyetler çatışmasında bugün Gazze neyse dün de balkanlarda Bosna odur. Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna. Buram buram Türklük kokan şehir. Atalarımızın çok emek verdiği cennetten bir parça olan şehir. Yollar, hanlar, hamamlar, çarşılar, sokaklar ve ibadethaneleri ile bizim bir parçamız olan şehir. Kültürümüzün kimliğini birçok izlerini koruyarak yaşatan şehir. Ta kuruluşunda emeği olan İsa Beyimizin, Gazi Hüsrev ve Rüstem beylerimizin şehri. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olan olaya şahit olan şehir. Dünya kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapan şehir Saraybosna. Bizden olan bizim olan gönlümüzde tarihimizde olan şehir. Seni görmek her Türk’e nasip olur inşallah.

Henüz Saraybosna’ya varmadan yol boyunca özellikle kolonizatör Türk dervişlerinin otağ kurduğu mekanları da ziyaret ettik. Alperenler tekkesi, Bektaşi tekkesi, Halveti tekkesi olarak bilinen yerleri gezdik. Gerek Poçitelli köyündeki Alperenler tekkesi gerekse Bektaşi tekkeleri görülmeye değer. Bu özelliklerin başında Cizvit papazları gibi mekân tutarak fütüvvet yapmışlardır. Dişe diş, göze göz dercesine misyonerlerin yayılmacılıklarına bu şekilde karşılık veren ve bölgede fetih alt yapısı oluşturan Türk-İslam Dervişleri yani Alperen’leri Türk İslam’ın bekası için bu zorluğu talip olmuşlardır. Bu kültürün, bu ülkünün mirasçıları, birkaç kişi hariç, vermiş olduğunuz mücadelenin farkındayız.  Müsterih olun, benim milletimin medeniyet taahhütü yüreklerde döllenmektedir. Prototürkler, Sakalar, Etrüskler ve hatta bunlar kadar nizamlı ve idareci kuşaklar eksik olmaz. Bir bakmışsın, üzerimizdeki külleri atmak için silkelenmiş poyraz olmuş, kasırga olmuşuz. Delmişiz Romanın kalbini kim bilir? Zaten korku da bundandır.



Ve MOSTAR

Bosna Hersek'in Mostar şehrinden geçen Neretva nehrinin üzerine yapılmış bir köprü. 16 asrın başlarında Mimar Sinan’ın öğrencilerinden mimar Hayrettin tarafından yapılmıştır. Bu şehrin halkının çoğunluğunu Boşnak Müslümanlar oluşturur. Sanki Anadolu’da var olan bir Türk-İslam şehri. Bütün izlerimiz bariz bir şekilde yaşamaktadır. Adım başı Osmanlı camileri, çarşıları ve Mostar Köprüsü olmak üzere diğer köprüler. Nehirden 25 m yükseklikte bir o kadar mesafede 4 m eninde UNESCO tarafından korunan ecdat yadigarı bir eser. Denilir ki bu köprü mimar Hayrettin tarafından üçüncü defa inşa edilir. İlk iki inşasında yıkılan köprüyü üçüncü defa yapar ve bölgeyi terk eder. Gittiği yerde gelenden gidenden haber alır “Köprü ayakta mı?” sorusuna “ayaktadır.” cevabı onu yüreklendirir. İşte bu köprü Yugoslavya’nın dağılımı üzerinde yapılan savaşlarda Hırvatlar tarafından vurulur. Unesco'nun korumasında olduğu için savaş sonrası ödenek oluşturulur TİKA tarafından aslında uygun bir şekilde yapılarak Mostarlılar’ın hizmetine sunulur. Açılışına Sayın Cumhurbaşkanımız bizzat iştirak ederek Ecdat yadigârının tekrar ihya olmasından nasibimizi almış oluruz.

Bütün Türk varlığına ve bütün Bosna Hersek Fatihanlarına selam olsun diyerek ülkeden ayrılıyoruz. Rehberimizin tamam mıyız? Komutu üzerine Yozgatlı Kadir Bey’in koltuğuna gözler dayanarak hareket ediyoruz. Aliya İzzetbegoviç ve onun davasında çoğu bir haber olarak cıvıl cıvıl yaşayan Boşnak kardeşlerimize muhabbetlerimi sunarak yola revan oluyoruz.

SIRBİSTAN

Balkanların en şedit en yaramaz milleti Sırplardır. Saraybosna'da Birinci Dünya Savaşı’nın ilk kıvılcımını yakan bir Sırp gencidir. Kolay kolay kabına sığmayan, Avrupa'nın en kavgacı milletidir. Kiril alfabesi hüküm sürer. Dolayısıyla ezici çoğunluk Ortodoks mezhebindendir. Başkenti Belgrad’dır. Ecdadımızın sürekli sefer yolu üzeri olan bir tarihi kenttir. Meşhur İstiklal Caddesi'nden indik doğruca kaleye intikal ettik. Kaledeki Osmanlı eserleri göze çarpıyor. Yerel rehberimizin anlatımına göre Fatih Sultan Mehmet’in girdiği veya henüz giremeden yaralanıp geri döndüğü kapı. Burasını anlatırken Sırp rehber gururlanıyor gibi bir vücut duruşu sergiliyor. Aynı vücut dilini Osmanlı padişahının hiç kurşun atmadan şehrin anahtarını kendi komutanlarına teslim etme figürünü gösterirken de yapıyor. Ama uzun dönem Türk atlarının nal sesi altında yönetilen sınıfta kalmalarından hiç söz etmiyor.

Belgrad kalesi çok büyük ve önemli stratejisi olan yerde inşa edilmiş. Şehrin korunmasında deniz gibi su taşıyan nehirlerin savunmayı güçlendirdiği görünüyor. Arkada iki büyük nehir Tuna ve Sava. Sava'nın Tuna'ya karışarak oluşturdukları potansiyel görülmeye değer. “O zaferler getiren atların nalları altındaymış gidişleri akına, gelişleri akındanmış.” Deyişinde ifadesini bulan mana, Tuna Nehri boyunca atlarının ayaklarının değmediği topraklardaki akıncı ceddimizi anlatıyor.

Kaleden tekrar İstiklal Caddesi’ne…Osmanlı'dan kalan tek yapı Bayraklı Camisi imiş. Bayraklı Camisi'ni ziyaret ederek gereken yapılıyor. Ters istikamette olan birden çok kiliseler de görülüyor. Nitekim işlek bir cadde üzerinde Antepli Yahya ile Maraşlı Bünyamin’in işlettiği kardeşleri Nesrinin servis yaptığı Türk tipi çaylardan ikramlarda bulunuyoruz. Görüldüğü gibi dilsiz de olsa bir Türk özellikle ecdadımızın interne alanında kaybolmaz.

Nihayet, BULGARİSTAN

Asırlardır hamiliğini yaptığımız bu devlet diğerlerine göre payitahta bir taş atımlık mesafede olan devlettir. Nitekim Ortodoks Hristiyanları olmaları aynı mezhep mensubu Rusların da tarih boyu ilgi alanı olmuştur. Ruslar Sırplarla aynı kökenden gelir. Bulgarlarla yalnız din bağı vardır.

Buraya kadar olan gözlemlerimiz Güney Balkanlarla ilgilidir. Plevne’lerin, Estergonya’ların bulunduğu coğrafya kuzeyde kalmıştır. Macaristan, Romanya, Polonya gibi ülkelerin ayrı bir turla görülmesi gerekiyor. Asırlardır hegemonyamız altında kalan Bulgaristan’da onlarca ayakta kalması gereken yapılardan yalnızca birkaç tanesinin günümüze ulaşması şahsımı bayağı hayıflandırdı. Halbuki Osmanlı Anadolu’dan katbekat Balkanlara hizmet götürmüştür. Hanlar, hamamlar, köprüler, su sarnıçları, ilaveten de camiler bol miktarda varlığı bilinmesine rağmen izler silinmiştir. Gezdiğimiz devletlerin içinde Türkler’in en çok yaşadığı ülke Bulgaristan’dır. En az milyona varan Türk varlığı zaten bilinmektedir.

Rus general Aleksandr Neski’nin yaptırmış olduğu kilise Balkanlarda Ortodoksların yaptığı şahane bir eser. Türk varlığı olarak ana cadde üzerinde minaresi yükselen Kadı Mahmut Camii yer almaktadır. Cemaatle kılınan akşam vaktinin edasından sonra hemen karşısında bulunan bir Türk lokantasını da ziyaret ettik.

Evet dokuz ülke gümrüğünden geçerek ülkemize avdet etmek üzere Sofya’dan ayrıldık. Saatler sonrası ufukta görülen nazlı hilalin oluşturduğu heyecanla Kapıkule'ye gelmiş olduk.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder