İRAN - SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ
Suudi Arabistan ve İran kendi
bölgelerinin en güçlü devletleridir. İran’ın gücü imparatorluk geçmişinin
yanında, petrolü, nüfusu ve ideolojik duruşudur. Suudi Arabistan’da petrol
zengini bir devlet olmasına rağmen iki milyon yüzölçümü olan toprağında
yetersiz bir nüfusa sahiptir.
Körfez bölgesinin hassasiyetleri başta olmak üzere rejim
kaygılarına ilaveten dış faktörler bu iki devletin arasındaki ilişkileri tayin
eder. Şartlara göre politika değişikliği belli zaman aralığındaki
yakınlaşmalarının yanında keskin zıtlaşmalarda görülür. İnişli çıkışlı ilişkilerin
temelinde karşılıklı anlayışsızlıkların ve birbirlerinin hukuklarına yönelik
saldırgan algıların oluşmasıdır. 1980 öncesi İran’ı Pehlevi Hanedanı yönettiği için dış faktör
olarak ABD’nin etkisiyle aynı odağın ittifakı olan Suudilerle problemsiz
ilişkiler yaşanmıştır. Müttefiklik ilişkisi içinde var olan problemler
çözülmüştür. Aslında İran-Suudi ilişkisini iki ana eksene ayırarak işlemek
lazımdır. Humeyni ihtilali olan 1979 tarihinden önce ve sonra olarak. Önceki
ilişkilerde keskin veya kırmızıçizgilerin olmaması barışçıl bir ortam
yaratmaktaydı. Tek sıkıntı yer altı zenginliklerin ve bu zenginliklerin
güvenliği olan yol güzergâhındaki küçük iradi problemlerdi. Her iki devletin de
müttefiki olan ABD’nin müdahalesiyle bu sıkıntılar herhangi bir çatışma olmadan
vuzuha ulaşıyordu. Ancak 1979 ihtilal sonrası durumlar değişir. Humeyni dönemi
İran’ı Suudilerle birçok kalemde onları endişelendirecek uygulamalara yer
vermesi, karşı tedbirlerin oluşmasını tetikler. Humeyni ihtilaliyle beraber
İran, ABD müttefikliğine son verdiği gibi ideolojisini ihraç çalışmaları
kendini göstermeye başlar. Suudilerle çatışma bu noktada kendini gösterir.
Rejim ihracı çalışmaları, monarşi yönetiminin hüküm
sürdüğü Suudileri çok rahatsız eder. 1980-1988 arası Irak savaşıyla devrim ilkeleri
iyice yerleşen yani kurumsallaşan İran, yüzde on Şii nüfusa sahip Suudilerin ve
Suudilerin etrafındaki Şii nüfusun hâkim olduğu Bahreyn, Irak, Yemen kanalıyla
Şii hilal ekseni oluşturması, Suudileri hayli tedirgin eder. Bu endişeyle Suudi
Arabistan İran-Irak savaşı boyunca Sünni lider Saddamlı Irak’a destek verir.
Maddi boyutu çok yüksek olan bu destekle Saddamlı Irak, İran’ın yayılmacılığını
frenleyerek Suudileri rahatlatır.
Suudilerin güvenlik unsuru olan ABD’nin de İran’a karşı
yapacağı fazla bir şey olmaz. Suudilerin yanında durması onlar için moral
kaynağı olmuştur. ABD bir açıdan İran-Suudi arası çekişmelerinden en fazla
fayda sağlayan ülke durumunda olduğu için aralarında herhangi bir sulhun olma
ihtimaline bile tahammül edemez. Bilakis anlaşmazlıkları körükleyerek Suudileri
sömürmeye devam eder.
İran’ın, ABD ve İsrail eksenli dış politikada karşıtlığı
bilinir. Suudilerin gelinen nokta itibariyle bu devletlerin korumalığına
sığınması ve diğer taraftan İran’ın çevirme taktiğine karşılık beş körfez
ülkesini yanına çekerek körfez işbirliği konseyi (KİK) oluşturur.
İnişli çıkışlı bu siyaset İran’da yönetim değişikliği ile
daha da belirginleşir. Humeyni’den sonra dini lider seçilen Ali Hamaney
zamanında rejim ithal çalışmaları biraz akamete uğradığı için ilişkilerde
yumuşama görünse de İranlı Hacıların haç farizasını yerine getirdikleri esnada
taşkınlıkları Suudilerin sert tepkisi ile karşılaşır. Ve yüzlerce Hacı adayı ölür. Bu tarihten
itibaren bütün diplomatik ilişkiler kesilir. Irak İran savaşında Irak’a açık
bir şekilde destek veren Suudiler, Irak’ın İran’dan sonra Kuveyt’e
müdahalesiyle İran’la yumuşama emaresi gösterir. Demek oluyor ki İran Suudi
çekişmesi yalnız mezhepsel eksenle olmayıp diğer faktörlere de bağlı olarak
gelişmektedir.
Kuveyt işgalinde Saddam’a karşı İran’a yaklaşan Suudiler
ABD’nin de kendi topraklarına Saddam’ı bahane ederek asker konuşlandırmasına
izin vermiştir. Nitekim ABD askerleri ile beraber Saddam Irak’ının Kuveyt’ten
çıkarılması sağlanmıştır. Tabiî ki bütün savaş masraflarının Suudiler
tarafından karşılanması sağlanır. İran’ın birçok alanda güçlenmesi Suudileri
ciddi bir şekilde endişelendirir. İran’ın nükleer enerji ve buna bağlı olarak
nükleer başlık taşıyan silahlarını geliştirmesi Suudileri rahatsız eder. İran’ın
‘Velayeti Fakıh’ anlayışıyla dini otoriteyi, seçimle de Cumhurbaşkanını
seçmesi, devlet yönetimini Kral ve yaşayan çocuklarının yönetmesi, yönetime
aile dışı kimsenin girmesine müsaade edilmemesi anlayışından oluşan Suudi’ler
de rahatsızlık oluşturur. Bütün bu nedenlere ilaveten yer altı madenlerinin
sevk ve pazarlık ile beraber güvenliği konusunda ki endişeler yabana atılamaz.
Üstelik İran, kontrolünde olan Hizbullah’ı kullanarak
başta Lübnan olmak üzere bazı diğer Arap ülkelerinde ağırlığını hissettirmesi,
Suudilerin ABD’nin kucağına oturmasına vesile olur. Çünkü Suudi devleti çok
zengin fakat zayıf bir devlettir. Bazen Şii bloka karşı Sünni blok oluşturma
çabası ABD’nin işine gelmediği için akamete uğrar. Mesela Suriye de ÖSO’a
Türkiye ile beraber desteğinin yanında Mısır’da ABD’nin yanında yer alır.
Suriye’de muhalefetin yanında Mısır’da muhalefetin karşısında. Son dönemde Suriye’de
Türkiye’nin destek verdiği muhalefetin değil de ABD’nin desteklediği muhalefete
(PKK) destek vermesi manidar bulunur. Afganistan ve Pakistan’da Taliban’ı ve
Saddam’ın Irak’ını destekleyen Suudi politikasına karşı ABD ve İran’ın ayni
safta olmaları gibi… Akşamdan sabaha değil ama atılan her adıma karşı değişen
politik ataklar devletlerarası dostlukların olamadığına dair göstergelerdir.
İran-Suudi Arabistan arasındaki bölgesel güç dengeleri
daha çok küresel güçler tarafından belirlenir. İran ve Suudi devletlerin
Sünni-Şii farklılıklarını bölgesel çıkarları için kullanmaktadırlar. Basra
körfezi küresel güçler tarafından hayati bir önemde olduğu için bölgesel güçler
ancak sembolik olarak savaşın bir tarafı olurlar. Esas zenginliklerinin
getirisi küresel güçler tarafından tasarruf edilir. Bu çatışmalarda en büyük
zararı bölge halkı ve devletleri görür. Böylelikle ilişkilerin azami
yükseklikte gelişmesi ve problemlerin asgari ölçülerde tutulması yönünde atılan
adımlar veya bölge politikaları ile bölge nispeten rahatlayabilir. Yalnız bu
iki devleti değil bölgedeki rahatsızlıklardan etkilenen birçok devlet de bu
anlamda rahatlayacaktır.
BAE ve Suudilerin Katar üzerindeki tavrı
karşısında en fazla rahatsızlık duyan ülkelerin başında Türkiye olmuştur. Türkiye’nin
tavrı İran’la aynı çizgide olduğu için Suudi yönetiminin buna sıcak bakmadığı
gelişen son durumda kendini göstermektedir. Ülkemiz yöneticilerinin mezhepsel
ayrım karşıtlığı üzerine geliştirdiği politikaları yerinde olsa da başka aktüel
faktörlerin sebep olduğu bunalımlarla mecburi taraf olunmaktadır.
Dünya dengelerinin özellikle de İslam ülkelerindeki
dengelerin her an değiştiği ve dolayısıyla yeni dengelerin oluştuğu dış siyaset
ve Uluslararası politikalar kurumsallaşmadığı sürece mevsimlik politikalarda
yeni bloklaşmalar devam eder. Ortak değerleri sivrilterek farklılıkları
törpülemek her ülkenin faydasına oluşacaktır.