16 Mart 2019 Cumartesi

İRAN - SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ, Sıddık DEMİR


      İRAN - SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ


Sıddık DEMİR


    Suudi Arabistan ve İran kendi bölgelerinin en güçlü devletleridir. İran’ın gücü imparatorluk geçmişinin yanında, petrolü, nüfusu ve ideolojik duruşudur. Suudi Arabistan’da petrol zengini bir devlet olmasına rağmen iki milyon yüzölçümü olan toprağında yetersiz bir nüfusa sahiptir.
            Körfez bölgesinin hassasiyetleri başta olmak üzere rejim kaygılarına ilaveten dış faktörler bu iki devletin arasındaki ilişkileri tayin eder. Şartlara göre politika değişikliği belli zaman aralığındaki yakınlaşmalarının yanında keskin zıtlaşmalarda görülür. İnişli çıkışlı ilişkilerin temelinde karşılıklı anlayışsızlıkların ve birbirlerinin hukuklarına yönelik saldırgan algıların oluşmasıdır. 1980 öncesi İran’ı  Pehlevi Hanedanı yönettiği için dış faktör olarak ABD’nin etkisiyle aynı odağın ittifakı olan Suudilerle problemsiz ilişkiler yaşanmıştır. Müttefiklik ilişkisi içinde var olan problemler çözülmüştür. Aslında İran-Suudi ilişkisini iki ana eksene ayırarak işlemek lazımdır. Humeyni ihtilali olan 1979 tarihinden önce ve sonra olarak. Önceki ilişkilerde keskin veya kırmızıçizgilerin olmaması barışçıl bir ortam yaratmaktaydı. Tek sıkıntı yer altı zenginliklerin ve bu zenginliklerin güvenliği olan yol güzergâhındaki küçük iradi problemlerdi. Her iki devletin de müttefiki olan ABD’nin müdahalesiyle bu sıkıntılar herhangi bir çatışma olmadan vuzuha ulaşıyordu. Ancak 1979 ihtilal sonrası durumlar değişir. Humeyni dönemi İran’ı Suudilerle birçok kalemde onları endişelendirecek uygulamalara yer vermesi, karşı tedbirlerin oluşmasını tetikler. Humeyni ihtilaliyle beraber İran, ABD müttefikliğine son verdiği gibi ideolojisini ihraç çalışmaları kendini göstermeye başlar. Suudilerle çatışma bu noktada kendini gösterir.
            Rejim ihracı çalışmaları, monarşi yönetiminin hüküm sürdüğü Suudileri çok rahatsız eder. 1980-1988 arası Irak savaşıyla devrim ilkeleri iyice yerleşen yani kurumsallaşan İran, yüzde on Şii nüfusa sahip Suudilerin ve Suudilerin etrafındaki Şii nüfusun hâkim olduğu Bahreyn, Irak, Yemen kanalıyla Şii hilal ekseni oluşturması, Suudileri hayli tedirgin eder. Bu endişeyle Suudi Arabistan İran-Irak savaşı boyunca Sünni lider Saddamlı Irak’a destek verir. Maddi boyutu çok yüksek olan bu destekle Saddamlı Irak, İran’ın yayılmacılığını frenleyerek Suudileri rahatlatır.
            Suudilerin güvenlik unsuru olan ABD’nin de İran’a karşı yapacağı fazla bir şey olmaz. Suudilerin yanında durması onlar için moral kaynağı olmuştur. ABD bir açıdan İran-Suudi arası çekişmelerinden en fazla fayda sağlayan ülke durumunda olduğu için aralarında herhangi bir sulhun olma ihtimaline bile tahammül edemez. Bilakis anlaşmazlıkları körükleyerek Suudileri sömürmeye devam eder.
            İran’ın, ABD ve İsrail eksenli dış politikada karşıtlığı bilinir. Suudilerin gelinen nokta itibariyle bu devletlerin korumalığına sığınması ve diğer taraftan İran’ın çevirme taktiğine karşılık beş körfez ülkesini yanına çekerek körfez işbirliği konseyi (KİK) oluşturur.
            İnişli çıkışlı bu siyaset İran’da yönetim değişikliği ile daha da belirginleşir. Humeyni’den sonra dini lider seçilen Ali Hamaney zamanında rejim ithal çalışmaları biraz akamete uğradığı için ilişkilerde yumuşama görünse de İranlı Hacıların haç farizasını yerine getirdikleri esnada taşkınlıkları Suudilerin sert tepkisi ile karşılaşır.  Ve yüzlerce Hacı adayı ölür. Bu tarihten itibaren bütün diplomatik ilişkiler kesilir. Irak İran savaşında Irak’a açık bir şekilde destek veren Suudiler, Irak’ın İran’dan sonra Kuveyt’e müdahalesiyle İran’la yumuşama emaresi gösterir. Demek oluyor ki İran Suudi çekişmesi yalnız mezhepsel eksenle olmayıp diğer faktörlere de bağlı olarak gelişmektedir.
            Kuveyt işgalinde Saddam’a karşı İran’a yaklaşan Suudiler ABD’nin de kendi topraklarına Saddam’ı bahane ederek asker konuşlandırmasına izin vermiştir. Nitekim ABD askerleri ile beraber Saddam Irak’ının Kuveyt’ten çıkarılması sağlanmıştır. Tabiî ki bütün savaş masraflarının Suudiler tarafından karşılanması sağlanır. İran’ın birçok alanda güçlenmesi Suudileri ciddi bir şekilde endişelendirir. İran’ın nükleer enerji ve buna bağlı olarak nükleer başlık taşıyan silahlarını geliştirmesi Suudileri rahatsız eder. İran’ın ‘Velayeti Fakıh’ anlayışıyla dini otoriteyi, seçimle de Cumhurbaşkanını seçmesi, devlet yönetimini Kral ve yaşayan çocuklarının yönetmesi, yönetime aile dışı kimsenin girmesine müsaade edilmemesi anlayışından oluşan Suudi’ler de rahatsızlık oluşturur. Bütün bu nedenlere ilaveten yer altı madenlerinin sevk ve pazarlık ile beraber güvenliği konusunda ki endişeler yabana atılamaz.
            Üstelik İran, kontrolünde olan Hizbullah’ı kullanarak başta Lübnan olmak üzere bazı diğer Arap ülkelerinde ağırlığını hissettirmesi, Suudilerin ABD’nin kucağına oturmasına vesile olur. Çünkü Suudi devleti çok zengin fakat zayıf bir devlettir. Bazen Şii bloka karşı Sünni blok oluşturma çabası ABD’nin işine gelmediği için akamete uğrar. Mesela Suriye de ÖSO’a Türkiye ile beraber desteğinin yanında Mısır’da ABD’nin yanında yer alır. Suriye’de muhalefetin yanında Mısır’da muhalefetin karşısında. Son dönemde Suriye’de Türkiye’nin destek verdiği muhalefetin değil de ABD’nin desteklediği muhalefete (PKK) destek vermesi manidar bulunur. Afganistan ve Pakistan’da Taliban’ı ve Saddam’ın Irak’ını destekleyen Suudi politikasına karşı ABD ve İran’ın ayni safta olmaları gibi… Akşamdan sabaha değil ama atılan her adıma karşı değişen politik ataklar devletlerarası dostlukların olamadığına dair göstergelerdir.
            İran-Suudi Arabistan arasındaki bölgesel güç dengeleri daha çok küresel güçler tarafından belirlenir. İran ve Suudi devletlerin Sünni-Şii farklılıklarını bölgesel çıkarları için kullanmaktadırlar. Basra körfezi küresel güçler tarafından hayati bir önemde olduğu için bölgesel güçler ancak sembolik olarak savaşın bir tarafı olurlar. Esas zenginliklerinin getirisi küresel güçler tarafından tasarruf edilir. Bu çatışmalarda en büyük zararı bölge halkı ve devletleri görür. Böylelikle ilişkilerin azami yükseklikte gelişmesi ve problemlerin asgari ölçülerde tutulması yönünde atılan adımlar veya bölge politikaları ile bölge nispeten rahatlayabilir. Yalnız bu iki devleti değil bölgedeki rahatsızlıklardan etkilenen birçok devlet de bu anlamda rahatlayacaktır.
       BAE ve Suudilerin Katar üzerindeki tavrı karşısında en fazla rahatsızlık duyan ülkelerin başında Türkiye olmuştur. Türkiye’nin tavrı İran’la aynı çizgide olduğu için Suudi yönetiminin buna sıcak bakmadığı gelişen son durumda kendini göstermektedir. Ülkemiz yöneticilerinin mezhepsel ayrım karşıtlığı üzerine geliştirdiği politikaları yerinde olsa da başka aktüel faktörlerin sebep olduğu bunalımlarla mecburi taraf olunmaktadır.
            Dünya dengelerinin özellikle de İslam ülkelerindeki dengelerin her an değiştiği ve dolayısıyla yeni dengelerin oluştuğu dış siyaset ve Uluslararası politikalar kurumsallaşmadığı sürece mevsimlik politikalarda yeni bloklaşmalar devam eder. Ortak değerleri sivrilterek farklılıkları törpülemek her ülkenin faydasına oluşacaktır.