31 Aralık 2016 Cumartesi

SÖYLEMEZSEM OLMAZ (Sanatçı Nihat Doğan’a) - Eğitimci, Araştırmacı-Yazar: Sıddık Demir

SÖYLEMEZSEM OLMAZ!..
                            (Sanatçı Nihat Doğan’a)                                         
Sıddık Demir
            “Eğer kanımla yükselecekse Peygamber’imin dini
            Durmayın ey kılıçlar doğrayın beni.” (Fatih Sultan MEHMET)
            Beyaz tv de Sanatçı Nihat Doğan “Söylemezsem olmaz” programında Fatih Sultan Mehmet’ e ait olduğunu beyan ettiği yukarıdaki dizeyi ifade de bulundu. İlk defa duydum. O söylediği için de aksi ispat olmadığından doğruluğuna inanmak durumundayız. Bu söz hakikaten tamda Fatih Sultan Mehmet’ e göre, onun Din ve Dünya algısına yönelik dizelerdir. İlk defa duyduğum için etkilendiğim bu dizeyi şahsım başta olmak üzere izleyicilerine hatırlattığı için Sayın Nihat Doğan beye ne kadar teşekkür etsek azdır.
            Yine ki ‘Söylemezsem olmaz’ Ömür Varol’ un moderatörlüğünü yaptığı bu programda sanatçı Nihat Doğan daimi programcı olarak bulunarak bütün müncer atı ile kendini ifade edebilme fırsatını bulmuştur. Magazin basında bütün sanatçılarla ilgili haber yapılır. Hemen ifade edelim ki bu haberlerle, bu asparagas habercilikle, bu yalan yanlış görüntülerle Sanatçıların veya popülist kişilerin gerçek kişiliklerini veya karakterlerini yakalamamız mümkün olmaz. Ama bu asparagas haberlerde hareketle o Sanatçılara iman eden taraftarları veya hayranları bir hayli çok olur. ‘Çamur at izi kalsın’ anlayışı bu anlamda birçok Sanatçı popülistleri rezil de eder. Toplum içine çıkamaz hale gelir, İleri geri tepkilere maruz kalırlar. Hatta bir kısmı açmadan solarlar.
            Basının imansızlığı böyle çok örneklere zemin hazırlamıştır.  Linç etme olayı.  Adamdan Allah korkusu,  ahlaki namus ve daha önemlisi vicdani muhasebe yoksa elinde de her hangi bir sosyal medya köşesi veya haberlere imza atma gücü varsa, ‘Kork Allahtan korkmayandan’ misali Sanatçılar çok sıkıntı çeker.
            İşte bunlardan biridir sanatçı Nihat Doğan. Benzeri alçaklıklara maruz kala kala çelikleşmiş bir duruş oluşturmuş. Ömür Varol’un söylemezsem olmaz programında son derece güzel ifade tarzı ile yerli ve kâmil duruş şekli zincirleri kırmaya yetmiştir. Sanatçılar genellikle Halit Ergeç gibi ya gezici olurlar ya da popülist, makyevelist, vitrine oynayan, gayrı milli görüntüler içine girmeye can atarlar. Zaten bu Ülkede Devlet ile Halkın, yani sivil toplum örgütlerinin çatışmasında Devletin zulüm kar tavrına etki eden bu gayrı milli Sanatçıların etkisi büyüktür.
            Yani sosyal barışın geç zuhurundan bu kesimin sorumluluğu çok büyüktür.  Milletin sırtından köşeyi dönen bu Sanatçılar, sırtında köşeyi döndüğü Milletin değerleriyle sürekli kavga yapmayı Sanatçılığın bir gereği zannederler. Nihat Doğan gibi yerli ve milli olanları bir şekilde dışlarlar. Dışlamak bir tarafa linç ederler. Tamamen ekalliyetlerin yönlendirdiği bir avuç ama son derece etkin olan bu zümreler tıpkı kanser hücresi gibi hep yayılma ve etrafı kaplama karakteri taşır.
            Has bel kader, yakınlarına uğrayan, şans eseri içlerine giren gerçek Sanatçılara yaşama hakkı vermezler. Yine ki söylemezsem olmaz programında kendini özgürce ifade eden Nihat Doğan’ı tanıdık.   Adamcağız Sanatçı kimliğinin dışında kültürel duruşu ve yorumu ile concon tabakasından ne kadar farklı olduğunu ortaya koymaktadır.
            Bu ne derinlik, maşallah!
            Allah senden razı olsun Nihat Doğan kardeşim. Yorumlarınla, o yüreğinin sıcaklığı ve samimiyetinle takdire şayansın. Sen ne güzel bir adammışsın be kardeşim. Tıptı bir Sosyal Bilimci gibi tahlillerin, tıpkı bir Allame gibi analiz ve tespitlerin inan ki milyonlarca insanın yüreğine su serpmektedir. Kamuoyu Sanatçıların çoğunun entelektüel anlamda bir birikintilerinin olmadığına inanır. El hak doğrudur. Bu kanaati sen yıkmaktasın kardeşim, berhudar ol ve çok yaşa.  Allah sayınızı arttırsın. Dominant olmanız gereken günlerin yakınlığını temenni ederim. 
              “Eğer kanımla yükselecekse Peygamber’imin dini, durmayın ey kılıçlar doğrayın beni.”

26 Aralık 2016 Pazartesi

OPERASYONEL DEVLET & Sıddık Demir, Eğitimci, Araştırmacı, Gazeteci - Yazar

OPERASYONEL DEVLET
                    Sıddık Demir
            2000’li yıllara kadar “Yurtta sulh Cihanda sulh” hapını yutan Devlet, bir türlü başını kaldırarak sınırları dışındaki gelişmelere odaklanamadı. Başını NATO devletlerinin çektiği dünya siyasetinde kendine özgü bir pozisyon geliştiremedi. Oysa bulunmuş olduğu coğrafyada tutunabilmek için imparatorluk mirasına sahip üç milletten biridir. Rus, Acem  ve  Türk.
            Rusya’nın kendine özgü gücü, kuvveti ve sınırları belli. Bizim de içinde bulunduğumuz Uluslararası birliktelikler bu Devlete boyun eğdiremedi. Halen de öyle, müstakil duruşuyla dünya da hatırı sayılan noktadadır.  İran’a gelince, Rusya kadar olmasa da Dünya da varlığını en bariz bir şekilde hissettiren Devlet. İmparatorluk mirası bu Devletleri müstakilleştirmiştir. Kendi çapında onurlu duruşları varlıklarının kabulü anlamı taşıyor. Bu iki Devlet, uluslararası hiçbir pakta üye veya ortak olmadıkları halde dimdik ayakta olarak en azında kendi coğrafyalarında oyun kurucu olarak bulunmaları dünyanın Efendilerinin oyunlarını bozmaktadırlar.
            Aynı mirasa sahip TÜRK Devleti, neredeyse bir asra yakın “Yurtta sulh Cihanda sulh” hapını yuttuğu için bugün varlığımıza kast eden Efendi milletlerin saldırılarına karşı potansiyelimizin yetersiz oluşu gailelerimizin büyümesine sebep olmaktadır. Bu dayatmalar eziklik refleksi oluşturmuştur. Devlet Adamlarımız, kılı kırk yararak hesap kitap ederken, diğerleri yıllardır kurguladıkları hücreler vasıtası ile sonuç almaktadırlar. Vekâlet savaşlarında istihbarat servisleri kendi Devletleri lehine savaşırken biz de daha yeni dışarıya yönelik operasyon yapma yetkisi verilmiştir.
            Bölgemizde kıyamet kopmaktadır. Kan gözyaşı ve bilumum savaş görüntüleri sınır içi ve sınır dışında gözlerimizin önünde sürerken birkaç yıl önce verilmiş olan operasyon yetkisi neye yarar. İran yaklaşık yarım asra yakın bu bölge de Hizbullah adı altında İsrail’e veya onun desteklediklerine karşı mücadele verirken Türkiye sanıyorum aynı hapın etkisindeydi. Bu bölgelerde istihbaratları kurumsallaşan Devletleri söküp atmak kolay değil. Beşer Esed’i ayakta tutan Rusya değil İran’dır. Halep’ in düşmesi Hizbullah’ın başarısıdır. Hizbullah İran’ın bu bölgelerdeki kurumsallaşmış halidir.
            İsrail’e karşı savaşında her Müslümanın sempatisini kazanan, gelinen nokta itibari ile Perslik ruhunun inkişafından başka bir şeye hizmet etmedikleri görülmektedir. İran açısından bu çok başarılı bir durumdur. Ayrıyeten ‘Haşdi Şabi’ adı altında Irak’ta kurumsallaşma meselesi zaten içler acısıdır. Ya Ülkemiz bu coğrafya da ne durumdadır. Hani yutturmuşlardı ya hapı, vurdumduymaz haldeydi ya hep, NATO ile hareket edecekti ya, kraldan fazla kralcı olmuştu ya…
            Allah razı olsun başımızdaki liderimizin bu gidişata dur demesiyle, adeta anasından emdiği sütü burnundan getirircesine çok yönlü hedeflere mazhar olduk.  Kolay mı yeni şeylere başvurmak. Kolay mı yıllardır uyutulmuş kurumları uyandırarak aktifleştirmek. Bölgede ‘Ben yoksam kimse de olmamalı’ anlayışına odaklanmak kolay değil elbet.
            Zoru başarmak için neye mal olursa olsun bütün imkânlar seferber edilmelidir. Cesur ve konjonktürel bir lidere sahip olmamız bu Milletin şansıdır. Yıllardır noksanlıkları hissedilen Devlet anlayışımız muvacenesinde yeni gelişmeler, yeni müdahaleler yapılmaktadır. Şu an itibariyle bahsettiğimiz coğrafya da Türk Devletinin binlerce uyuyan hücreleri olmuş olsaydı, bombalar İstanbul, Ankara veya Kayseri’de patlayamazdı. Türk istihbaratı bu namert savaşın metodunu uygulamalı. Yalnız bilgi toplayarak savunma yapılmaz, taarruz yapılmalıdır. En iyi savunma taarruzdur. Bunun için malzeme o kadar bol ki…  İran mezhepçi yaklaşımla ‘Man kur’t ordusu oluşturmuştur. İmparatorluk mirası çerçevesinde aynı kanda, aynı mezhepte, ölüme hazır insanların devreye sokulması acili yet arz eder.
            Bu çerçevede oluşturulan hücreler vasıtası ile içlerine sızarak sabotaj yapılamaz mı?  PYD’nin veya DEAŞ’ın Suriye de sabotaj okulu olduğunu bizim istihbaratımız bilir bilmesine ama gereğinin yapılmadığı yönde endişeler yerini koruyor. Ülkemizde bombalar patlatılarak moral değerlerini zayıflatanlar misliyle karşılığını görmelidirler.
            Bu Devletin serdengeçtileri yok mu? Neden bu mihraklar bulunduğu yerde bozguna uğratılmaz. PKK’nın,  PYD’nin ve hatta DEAŞ’ın lider takımları aynı sabotajlarla ortadan kaldırılamaz mı? Bu Milletin yekûnu bunu beklemektedir. Ancak külfete talip olmakla vazife yerine getirilmiş sayılmaz.
            Ankara ve diğer yerlerde patlama olur da Tahran da, Bağdat’ta, Şam’da ve hatta batı Devletlerinin kimi yerlerinde insanlar nasıl huzurlu olur. Kalleşçe yönteme karşı usul bu olmalıdır. Bundan daha kötüsü olamaz. Onun için çek şu Apo’nun ipini ve batıdaki lider kadrolarının peşine tak birer Abdullah çatlı.  Bir gün bunlarda olacak ümidi ile kamu vicdanı rahatlamayı bekler. 

15 Aralık 2016 Perşembe

EKRANDAKİ ÇELİŞKİLER - Sıddık DEMİR

EKRANDAKİ ÇELİŞKİLER
                     Sıddık Demir
             Ülkücü ÖMER, “Işığın kuzeni” diyor...
En az 50 yıl öncesi uyanış hareketi öncülerine üç beş yıllık dilimize giren ve piç bir kelime olan ‘kuzen’ söyletilince dil endişesinden dolayı bu konuyu seçtim. Üstelik sağın lider takımlarının oturdukları binaların üstünde veya hâkim oldukları alanlarda “Bağımsız Türkiye“ yazısını da görünce bu kadar da dikkatsizlik olmaz dedim. Bilen bilir, solcuların hâkimiyeti altındaki mekânlarda bu sloganlar olurdu. Onların kullandıkları sloganların başında gelirdi ‘Bağımsız Türkiye’ sloganı.
            Bir başka çelişki ise MTTB ile yeni teşkilatlanan Ülkü Ocakları mensupları arasında nüans farkı ileri aşamada kendini nasıl gösterecek acaba diye düşünülmektedir. Mesut UÇAKAN’ın samimi bir Ülkücü olduğu biliniyor. Merhum Necip FAZIL’ın görüntüsü MTTB’de olması ne kadar doğalsa FETÖ tiplemesini ora ile ilgili konumlandırılmasının oluşturacağı algı ne kadar yerindedir. Merhum ERBAKAN Hocanın görüntüsü MTTB’nin demirbaşı gibi sunulması realiteye ne kadar uygundur.
            Öyle ya da böyle MTTB dönemi itibari ile insan yetiştirilen bir ocak olduğu, nüans farklılığından dolayı ayrışmaların engellenemediği bilinir. Kendi içinde bile yeniden ‘Milli Mücadele’ adı altında ana gövde oluşturulmak istense de siyasette yıldızı parlayan liderlerin apartarak güçlendirdikleri ‘Akıncılar ve Ülkücüler’ tarafından sönük bırakılarak miadını doldurmuştur.
            ‘SEVDA KUŞUN KANADINDA’ ilgi ile takip edilmektedir. O döneme damga vuran şahitlerin şahsında olaylar işlenirken hiç ilgisi olmayan kişi ve mekânların işin içine getirimci amacıyla girmemesine dikkat edilmelidir. Derin yapılanmanın unsurları tarafında ortadan kaldırılan MTTB’ li Arif ÜNLÜ’nün gerçek anlamda karşılığı bilinmek istenir ama ilk Ülkücü şehit diye sahip çıkılan Süleyman ÖZMEN’in de Ülkü Ocaklarıyla ilgisi olmayan Mücadele Birliği üyesi olduğu pek bilinmez. “İNSA GELECEKTE YAŞAR” adındaki anı kitabinin yazarı Prof. Turan GÜVEN hocanın Prof. Seyit Mehmet ŞEN’ i tanık göstererek bu duruma açıklık getirmektedir.
            Muradımız odur ki;
            Sinema ve dizi yapan müteşebbisler bir devri anlatırken belgesel olmasına dikkat çekecek görüntülerin işlenmesi lüzumuna inanmalılar. ‘ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ’ tv dizisinde de yakın tarihimiz işlenmiştir. Öyle bir yanlılık, insafsızlık kendini göstermiştir ki seyirciden ciddi tepki almıştır. Ama yine de karşı tarafı yok sayan bir tekdüze siyasi figürler ve kesik kesik verilen dava anlayışları yeni kuşaklara yönelik mesajlar. Adeta sütten çıkmış kaşık misali solcu tiplemeleri idealizm adına evlerimize servis yapmaları rahatsız edici görüntülerdi.
            Mesut UÇAKAN yapımı ‘SEVDA KUŞUN KANADINDA’ dizisinde daha objektif kurgular, her biri o dönemi yaşamış insanlar ama yine de karşı tarafı yok sayan tek düze siyasi figürler ve kesik kesik verilen dava anlayışları, yeni kuşaklara verilen mesajlar, adeta sütten çıkmış kaşık misali solcu tiplemeleri idealizm adına evlerimize servis
başta olmak üzere bütün ideolojik farklılıklar, büyük fotoğrafa bakılarak işlenmesi çok yerinde ve kucaklayıcı bir tavırdır. Solda Atilla İLHAN ve Kemal TAHİR perspektifini yakalamış, hatta daha da ilerisinde bir ufuk, Millet için lazım olan birlik ve beraberliğimize kast eden merkezlerin ipliğinin pazara çıkarılması olayı. Hangi cephede bakılarak hangi sermaye ile desteklenen böyle projelere imza atanların getirisinin de hesabı profesyonel yapımcılığın gereğidir. Saptırmalar veya aşırı abartılar o yapının ciddiyetine zarar verir.
            Mesela ;’YEDİ GÜZEL ADAM’ tv dizisi uzun bir süre TRT1’de yayımlandı. Bu yapımın senaristi filmin tutması için çok zorlandığı görüldü. ‘Mavera dergisi’ etrafında dolaşarak kendi Ülküleri doğrultusunda kültürel çalışma yapan yedi edip ve şairin hayat hikâyeleri ve etrafındaki olaylar anlatılırken seyircilerin burun kıvırdıkları sahneler çok olmuştur. Hani derler ya “Yağmur Yağsa Yaş, Dövüş Olsa Taş Görmez” aynen böyle bir durumda olan yedi kültür adamını senarist kavganın tam merkezine alarak bir yığın fiziki mücadelenin yapıldığı zemine sürmüştür.
            Bildiğimiz kadarı ile yok böyle bir şey.
Erdem Beyazıt’ın, Cahit Zarifoğlu’nun, Abdülkadir İnan’nın, Nuri Pakdil’in ve Özdenören kardeşlerin verdikleri kavga dizidekiler ile nasıl ilintilendirildi. Doğrusu yapımcı sayın TEZCAN’ın zorlamasıdır. Bu yedi güzel adamdaki yedi kişinin kavga ile gürültü ile işleri olmayan kendi inançları doğrultusunda bir Türkiye özlemi duymaları dışında on iki eylül öncesi büyük kavgada hiç mi hiç alın teri görülmeyen zevatlardır. Bu halleri ile elbette ki kültürel bir kavgaları olmuştur velakin başkalarının vermiş olduğu kavgayı ve çekmiş oldukları eza ve cefaları bu modellere mal etmek haksızlıktır.
            ‘Diriliş Ertuğrul’ da ki Doktor Kemal TEKDEN’in ve yapımcısı Mehmet BOZDOĞAN’ın hassasiyeti bu alanda ki proje sahiplerine ilham kaynağı olması temennisi ile. 

7 Aralık 2016 Çarşamba

ŞEHZADELER ŞEHRİNDE İKİ GÜN - Sıddık Demir

ŞEHZADELER ŞEHRİNDE İKİ GÜN
Sıddık Demir
            Türk tarihinde o kadar önemli bir şehir ki Manisa anlatmakla bitmez. Kuru bir tarihi anlatış olan resmi ağızlarla zaten Manisa’nın önemi anlaşılamaz. Cihan Devleti’ne Cihan büyüklüğünde lider yetiştirilip transfer edilen yerin adıdır Manisa. Stratejik konumu ve zengin bitki örtüsü ile her kesimin dikkatlerini üzerine çeken bir beldedir Manisa. Mana hükümranlığı ile Dünyevi Hükümranlığa giden yolların kesiştiği ve aynı Ülkü için aynı hedeflerin kollandığı beldedir Manisa.
            Bilirdik, duyardık, okurduk ama bu iki gün zarfında üzerinde küllerin atıldığı bilgilendirme veya görme ile yeniden Devlet derinliğine beşiklik eden bu beldenin canlanması misyonu bizi kendisine hayran bırakmıştır. ‘Saruhan sancağı’ olarak da bilinen bu beldenin asırlık hafızasının yeniden yaşanmasına vesile teşkil eden bu gezimizin mükemmel bir organizasyonla taktim edilmesinden memnun kalmayan olmadı. Umulanın çok üzerinde ilgi ve iltifatla iki koca günün dolu dolu geçirilmesi bizleri bahtiyar etmiştir.
            Devlet’ de devamlılık esastır. Kırılmalar olsa da, yeni adlarla yeni Devlet’ler gibi gösterilse de asli unsurun yani Devleti kuran halkın aynı halk olması o Devlet’in tekliğine helal getirmez. Selçukludan Osmanlıya,  Osmanlı’ dan Türkiye Cumhuriyetine, Türkiye Cumhuriyetinden bilmem  hangi Türk Devlet’ine yelken açılır da bunlar bir bütünlük içinde değerlendirilmez.  Değişmeyen Milet’tir.  Zaaflar nedeniyle, basiretsizlikler nedeniyle kurulu Devlet’in yıkılacağı gibi onu güçlü ve dimdik ayakta tutmaya matuf çalışmalar sayesinde yeryüzünün Efendisi Devlet yapma gayreti de aynı mayanın aynı kanın gereği olmalıdır.
            Yani bu zaman vetiresinde bir tüccar gibi iflas da zenginlik de tıpkı kardeş gibi her an olabilme riski veya şansı oluşması ne kadar doğalsa, Devlet geleneği, Devlet kültürü mayasında olan bir Millet’inde gerek Efendi gerekse zelil durumuna düşmesi tarihin kanunudur. Teşkilatlı yapılardan zaaflar başlayınca gerileme veya iflas, aynı yapılarda zaaflara yer verilmeden Devlet olma ilkelerine kurumsal anlamda önem verilirse zengin tüccar örneğinde olduğu gibi uzun dönem yaşar. Çünkü Devlet denilen unsur da canlı olup bedeni vardır, ruhu vardır. Doğar,  yaşar, büyür ve azametli bir güç olur. Zamanla inişe geçer iflas eder. Bütün bunlar tarihin kanunudur ve mimarı İnsan’dır.
            İşte bu duygular doğrultusunda “Enpolitik” Yazarları olarak Saruhanlı sancağı ziyaret edilmiştir. ‘Ol mailer ki Derya içredürlerde Derya’yı bilmezler’ diyen Şair Nabi’nin bu deyişinde ifadesini bulan görünümlere rağmen, kendi nefsim başta olmak üzere misafir olarak gelenlerin nezdinde bu duyguların hissedilmesi bir vakıadır. Sadaret makamına giden yol ile Mana Sultanlığın hükümranlığına giden yollara bu şehirde ‘vira bismillah’ denmesi Rabbani bir tasarruf olarak da yorumlanabilir. 
            Mevlevilik eğitim ve öğretiminin en güzel örneğinin yaşandığı ‘İnsan-i  kemal atın’ olması için çok önemli kriterlerin uygulandığı, nihai hedef olarak nefsi tezkiye noktasına ulaşıldığı an da Konya’ ya Hükümdar olarak gönderilen ‘Kamil insanla aynı benzerlik arz eden ‘Dünyevi hükümranlığın’ nihai kendini gösterme yeri olarak bu belde, bu yönüyle ne güzel hizmetlere beşiklik etmiştir. Tarih buna şahittir. İşte dünkü ‘Saruhan beyi ve çocuklarının ve hatta torunlarının’ bu anlamda taşıdıkları bilumum sorumluluklar, bugün itibari ile Selçuk ÖZDAG beyin omuzlarında görülmektedir. Öyle ya dün en az yedi Şehzade’nin Saruhan sancağında sorumlu ve meşgul bir şekilde boy göstererek Devlet’in varlığını hissettirmesi bugün itibari ile Sayın Selçuk ÖZDAG ve diğer Devletlilerin şahsında görünmektedir.
Bu bir yarıştır, bu bir hizmettir. Demek ki insanın yaşatılması Devletin yaşatılması demektir. İnsanımız var olduğu müddetçe bir takım görüntüler değişse de, bir takım sorumluluklar ve sorumlular değişse de Devlet değişik ad altında yaşatılacaktır. Dün Şehzade Mustafa’nın Saruhan sancağındaki rolü bugün Selçuk ÖZDAG tarafından sahnelenmektedir. Bir fark vardır; o da, Celal Bayar’dan sonra Saruhan, Devlet Başkanı çıkaramamaktadır.
Selçuk Bey bu anlamda şayet ‘Erken öten horozun başı kesilmezse’  ilerisi gelebilir mi bilinmez ama dostlarının temennisi bunu arzulamaktadır.
            Organizasyon da emeği geçenlerin başında bir Ali ODABAŞI kardeşimiz var ki aman Allah korusun. Büyük bir sorumluluk bilinci ile serin ve sıcakkanlılığı ile hemen her misafirin ilgisini ve sevgisini celbeden bu kardeşimize bu vesile ile teşekkür etmeden geçmeyi noksanlık olarak görürüz.
            Durmak yok, devam....