29 Kasım 2016 Salı

EKALLİYET REFLEKSİ VEYA CHP & SİSTEM ARAYIŞLARI - Eğitimci, Gazeteci - Yazar: Sıddık Demir

EKALLİYET REFLEKSİ VEYA CHP
     Sıddık Demir
            Devletin yaşında devlet gibi bir parti CHP…
Görülen tablo itibari ile Türk siyasi tarihinde değişmeyen tek partidir CHP. Nice isim altında nice partiler kuruldu ama hepsi bir noktada siyasi tarihimizin derinliklerine intikal etti. Evet, CHP’yi Atatürk kurdu ama ilk değişimi İnönü ile yaşadı. İnönülü CHP yalnız ilkeler bazında değil ruh kökeni anlamında da değişti. Siyasette takiyyecilerle bu değişim yaşandı. Bu değişimden sonra bir daha ‘değişmemek’ bu siyasi partimiz için kronik bir hal alarak adeta kurumsallaştı.
            İnönü’nün küçümserce yaklaştığı ‘milli ruh’ çoğunlukla takiyyeci siyasilerle temsil edildi. Yani çift kimlikli, kraldan fazla kralcı görünen kadrolar. Sürekli söylemlerine sakız yaptıkları  ‘devrimci sol’ kulpu da eklenince tadından yenilmez oldu. Adında ‘halk’ olan bu parti istisnai duruşları hariç sürekli asli unsurla kavgalı oldu. Bu kavga zamanla onları hırçınlaştırdı. Halen bu kronik yapı devam etmektedir.
            Halk işin farkında olduğu için bunlara fırsat vermedi, halen de vermemektedir. Bu hal, bu CHP’yi tabiri caizse zıvanadan çıkarmaktadır. İktidar olmaları demokrasinin kesintiye uğramasıyla olmuştur ancak. Her halde provokasyonlara bağlamıştır bütün umudunu. Normal yollarla iktidar olamayan bu kadro ancak ihtilallere umudunu bağlamaktadır.
            Şöyle geçmişe bir bakacak olursak bu hep görülür. Onun içindir ki ‘başkanlık’ sistemine karşıdır. Tek nedeni budur. Yani parlamenter sistemde, sistem veya siyaset sıkıntıya girdiği zaman, zinde kuvvetlerinin oluşturduğu olağanüstü durumlar neticesinde iktidar şansı yakalama fırsatı bile zor göründüğü halde başkanlık sisteminde CHP’nin ipi göğüslemesi sittin Allah görünmemektedir. Umutsuz vakıa…
            Yüzde yetmiş sağ seçmen profilinin değişmediği bir seçmen inisiyatifinde CHP’ li bir yönetimin olması düşünülebilir mi? İşte ciyaklamasının sebebi budur. Bu sistemin iyi veya kötü olmasından ziyade, zaten seyrek görülebilen iktidarın tadı, ancak rüyalarını süsleyen iktidar olma hevesi, başkanlıkla tamamen noktalanacağı için hırçınlaşmaktadır.
            Devletle beraber aynı yaşta olan bu parti ve zihniyet olarak değişmeyen kadroları, gelinen nokta itibari ile ekalliyetlerin karakterini yansıttığını asli unsur görmüştür. Bugün ki CHP ile dünkü CHP hep aynıdır. Dillerindeki devrimciliğin tarifi onlar için aslında statükonun taa kendisidir. Sağ kadrolar dururken devrimcilik CHP ye mi kalmıştır. Bu tespiti solun teorisyeni İdris Küçükömer’de söylemektedir.
            Bu kadroları oluşturan insanlarda hiç zihniyet değişikliği olmaz mı? Bu kadar mı beton kafa durumundadırlar. Dünya değişiyor. Çevremizdeki her şey, canlı cansız, zaman karşısında doğal değişime tabi olduğu halde bunlar nasıl değişmez. Her türlü musibet, her türlü gayri millilik, her türlü ekalliyet refleksi tıpkı tapınak şövalyeleri gibi çok kimlikli ve sinsi bir şekilde bu kalede saklıdır.
            Ne demek ‘seçimle gelen seçimle gitsin’. Siz değil miydiniz dokunulmazlık kalksın diye yıllardır avaz avaz bağıran. Siz değil miydiniz suça karışan ‘vekillik’ dokunulmazlık altında dahi olsa rahat etmesin diyen. İşte sizin de oyunuzla dokunulmazlık kalkmıştır. Suça karışan üstelik vatana ihanetten her bir ‘vekilinin’ onlarca yenip yutulacak cinste olmayan suçlara gark olmuş HDP’ lileri ilk savunan, ilk eylem ortaya koyan, şu an için siz değil misiniz?
            CHP; Cumhuriyetle yaşıt devlet partisi. Atatürk ün partisi ne hallere düştü bak hele. Onun ruhu anıt mezarda nasıl rahat eder bilinmez. Türk devleti bahtı kara maderini korumak için sınırımızdaki olaylara kayıtsız kalmadan, gücünün üzerinde bir performansla oyunları bozarak oyun kurmaya çalışırken, paçasına sarılarak dibe çekmeye çalışan CHP, siyaset mi yaptığını sanıyor. Bu milletin, bu melamet siyasetten haberdar olmadığını mı zannediliyor.
            Gerici CHP, statükocu CHP, her türlü ekalliyeti bağrında büyütüp yetiştiren CHP. Bütün bu siciline rağmen birde iktidar olmayı hedeflemez mi! Olamamanın hırçınlığı onu hop oturtup hop kaldırmaktadır. Özellikle yeni tartışılan sistemin kabulü halindeki umutsuzluğun getireceği sıkıntı, CHP’yi halden hale sokacaktır. Engellemek için belki de HDP gibi bölücülerin dahi aklına gelmeyen tedbirler alacaklardır. Dikkatli oluna.
            ***
SİSTEM ARAYIŞLARI
    Sıddık Demir
            Yıllar vardır ki bu ülkede hüküm süren parlamenter sistem bir türlü kamu vicdanını siyasi anlamda rahatlatamadı. Çok partili sistemde halkın iradesi gerçek anlamda parlamentoya yansımadı. Seçilmişler iktidar fırsatını bir yakalayınca sıkıntılı bu yapının değişimi için kıllarını bile kımıldatmadılar. En güçlü oldukları dönemde dahi es geçilmiştir. İktidarı ve muhalefeti ile bu konu tartışılmaya dahi açılmadı. Avrupa Birliği denilen kurumun dahi her konuda talebi olduğu halde bu konuyu yokmuş gibi telaki etmesi, ideal anlamda halk iradesinin önünü alma kaygısından başka bir şey olmadığı pek görünmez.
Neredeyse bir asra yakın zamandır sistem, her on yılda bir akamete uğramasına rağmen apar topar toparlanarak yeniden işlerlik kazandı. Oysa sistemin değişmesi için daha sağlıklı bir arayışı sorgulayan ne bir önerge ne de bir benzeri eylem ortaya konulmadı. Partiler kanununun demokratlaşması halinde Millet iradesinin meclise daha çok yansıyacağı aşikâr olduğu halde hiçbir parti, ister muhalefet ister iktidar olsun böyle bir teşebbüste bulunmadı.
Neden?
            Çünkü parti kurmaylarının işine geliyordu da ondan. Liderlerin saltanatlarının hesap verme eğilimine zemin hazırlamak demek kendi iplerini kendileri kesmektir de ondan. Makama bir kere oturmaya görsünler, en bildik anti demokratik yolları kullanarak orada kalmayı beceremiyorsa gülünç duruma düşüleceğine inandıkları içinde ondan.
            Benzeri tavırlar liderleri otoriterleştirdi. Ondandır ki hiçbir lider bulunmuş oldukları makamı kendileri arzu etmediği müddetçe -şayet olağanüstü bir şey olmazsa- terk etmez ve etmediler. O halde ne yapmak lazım. Yasalarla bu işi düzenlemek gerekir diyeceğiz ama yine başa dönmüş olacağız. Zaten bu konu yasalaşmış olsa söylenecek söz kalmaz.
            Postacı kapıyı bir defa çalar derler. Tam fırsat, bu fırsat, on beş yıla yakın Ülke’yi başarılı bir şekilde yöneten bu siyasi kadronun ve karizmatik liderinin bir takım ihtiras ve hırslarından arınmış olmalılar ki, sistem değişikliği programını ülkenin gündemine taşımışlar. Bu bir fırsattır. Siyasilerin ittifakla veya çoğunluğunun uzun mütalaaları neticesinde, parlamenter sistemdeki gibi değiştirmekten zorlanılan mini hataların dahi olmaması için bu fırsat değerlendirilmelidir.
            Bu sistemde kamuyu ilgilendiren en önemli arıza, tek başına iktidar olacak oyun alınmaması halinde, aleni horoz kavgası gibi bitmez tükenmez sürtüşmelerle yönetimde zafiyetin zuhur etmesidir. Koalisyon hükümetlerinin Ülke kalkınmasında zafiyetleri bilindiği için bu algı psikolojik olarak ortada durmaktadır.
            Hal böyle iken ister başkanlık olsun, ister başka bir sistem fark etmez, yeter ki koalisyonlara mahkûm olmadan halkın iradesinin tam olarak yansıtıldığı demokratik, sosyal, hukuk devletinin inşası tesis edilsin. Azınlığın hukukunun korunarak çoğunluğun iradesinin temsil edildiği veya edileceği bir sistemin adı ne olursa olsun, önce bu ülkeye iktidar olsun.
            Öbür yandan;
            Ülkede ki seçmenin demografik yapısı gündemde ki başkanlık sistemine çok uygundur. Başkanlık sistemi bildiğimiz kadarıyla iki kutuplu bir sistemdir. Çoğunluğu alan parti iktidara gelir ve ülkeyi yönetir. Bu noktada da ‘başkanlık’ sisteminin alt yapısı hazır demektir.
            Velhasıl demem odur ki, Ülkemizde siyasetin kaynağı olan halkın seçmen profili başkanlık sisteminde olduğu gibi iki kutupludur. Sol ve sağ. Seçmen olarak  %30-35 arası sol,  %65-70 arası sağ profili yansıtmaktadır. Dolayısı ile başkanlık sisteminin alt yapısı seçmen bazında zaten bir asra yakın böyledir. Bu yapının bir an önce yasal anlamda sistemleşmesi, bahsi olunan seçmen profili nezdinde çok rahat kabul göreceğini şimdiden söyleyebiliriz.
            Her şeyin hayırlı olması dileğiyle

17 Kasım 2016 Perşembe

BAŞARI STATÜKODAN DEĞİL DEĞİŞİMDENDİR - Eğitimci, Araştırmacı - Yazar: Sıddık Demir

BAŞARI STATÜKODAN DEĞİL DEĞİŞİMDENDİR
        Sıddık Demir 
             Hani derler ya ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’ İnsan ve onun çevresindeki her şey kendisiyle beraber değişmeye müsait yaratılmıştır. Değişmemek veya değişmediğini iddia etmek fıtri değildir. Zaman karşısında tutunabilmek, yaratılan hiçbir objenin karı değildir. Zaman akarken bir şeyleri öğütür un gibi, ama bir şeylerin oluşmasına da vesile olur.
Bu döngüye karşı durmak veya durduğunu zannetmek abeste iştigaldir.
            Öyleyse;
            Bu anlamda fikirlerde, mekânlarda, cemiyetlerde, bireysel anlamda liderlerde değişir ve değişmelidir. Bu hal ‘Değişimin’ tek değişmeyen gerçek olduğuna inanan insanın olgunlaşmasına katkı sağlar.  Kamilleşmek istemeyen bir insan düşünülemez. Ama teoride böyle, oysa kör kütük betonlaşmış bir iradeye hizmet eden irade sahipleri, değişimin değişmeyeceğini, donmuş bir buz kalıbı gibi tasavvur edilebileceğini söylercesine bu anlayıştan istifade edemezler.
            Edebiyatlarında ‘Biz böyle gördük, böyle bilir, böyle yaşarız’ söylemleriyle ne kadar delikanlı olduklarıyla övünürler. Kendi aptallıklarını itaat kültürü gerekçesiyle yüceltirler. Değişmeyen  ‘Değişim’ anlayışı doğrultusunda, başka dengeler içerisinde yer alan bu şekilde farklı kulvarlarda hizmete yeltenenlere en ağır ithamlarda bulunularak rahatlamayı dava adamlığı zanneden ahmaklar acınacak hallerine gülerler.
            İşte Zombilik budur.
 Zombiliğin kahramanlıkla karıştırıldığı veya dava adamlığı zannedildiği bu rezil durumun hâkim olduğu dönemlerde, o aile, o cemaat veya o millet marazi hastalığa düşmüş demektir. Betonlaşmış inanmışlığın parçalanması atomun parçalanmasından daha zordur. Netice itibariyle muasır olan her türlü gelişmeden, her türlü değişimden gerek kendini, gerekse mensubiyet duyduğu Millet’in mahrum olmasına veya ayaklarına paranga vurulmasına sebep olur.
            İş işten geçtikten sonra değişime veya gelişime kapı aralansa da nafile. Bir defa açık ara geri düştüğü akranların horlamasına, küçük görülmesine ve kullanılmasına zemin hazırlamış olur ki şikâyetlerin hiçbir anlamı kalmaz. Partizanlık da böyledir.  Yenilikler partizanlığa zarar verir. Aşırı taassup, içine kapanmış lığa sebep olur ki iktidarı göğüsleyemez. Oysa bir partinin kuruluş felsefesi iktidar olarak hizmet etmektir. Uzun dönem iktidara ulaşamayan partililerden birçoğu inatla varlığını devam ettirirler. Nereye gitseler bir kapalı alanı dolduracak taraftarları olur. Zannederler ki o salondaki taraftarlar o ekibi iktidar yapmaya yeter de artar bile.
            Bir örnek verecek olursak;
            Rahmetli Yazıcıoğlu’nun elim bir kaza veya suikast sonrası boşalttığı Genel başkanlık yarışında genel başkan aday adaylarının da içinde bulunduğu bir toplantıda kendi potansiyellerini hiç görmeden talip oldukları makamı dillendirdiklerinde “Rahmetlinin karizmatik adına ve gece gündüz çalışmasına rağmen yüzde biri aşamadı. Onunla yola çıktığımızda birçok insanın yaşı otuz civarındaydı. Şimdi ellinin üzerine çıkmalarına rağmen bu partinin oy oranı halen aynı, hiç kıpırdamadı. Hadi diyelim ki sizlerden biri bu koltuğa oturdunuz, hangi değişimle, hangi plan ve projeyle bizleri bir sonraki seçimde iktidar yapacaksınız. Yoksa yüzde birlik bir oyun muhafaza edilmesi için bir yirmi yılımızı da sizinle mi geçirmeliyiz?” denildiğinde süt dökmüş kedi misali mahcubiyet içerisine girdikleri görülür.
            Onca güzel kadrolar bu ısrar üzerine harcanmıştır. Serbest bırakılmış olsalardı bugün Ülkeyi yöneten lokomotif siyasi ekip içerisinde gereken sayıda hakkıyla yerlerini alırlardı. Bütün Ülke insanını kucaklayıcı Osmanlı ruhu daha güçlü inkişaf ederdi. İlliyet siz bir tertip olan 15 temmuz kalkışmasına belki cesaret edilemezdi.
            Gelinen nokta itibariyle Sayın Bahçeli’yi daha iyi anlamaktayız. Muhalefet edeyim derken Ulusalcılarla aynı safta görünme siyaseti tek zaafı olmamış olsaydı ne Millet’ten tokat yerdi ne de özde Türkiye sevdası Ülküsü zarar görürdü. Gezi olaylarına kadar bu kalem sahibi de kendisini ve siyasetini birtakım mahfillerde sert olarak eleştirmiştir. Bizim değişimimizde gerçeği görmemize neden olan birtakım kırılmaların yaşanması gerekiyordu. Yeni Türkiyede, yeni politikalar çerçevesinde bir aydın sorumluluğuyla yeni vaziyet almamız gerekliydi, aldık elhamdülillah.
            Devlet Bahçeli ve partisi de aynı değişimle yeni Türkiye’nin yanında yer almıştır. Ulusalcılarla aynı kampta siyaset yapması cezalandırılmıştır. Değişimin gerekliliği farz olmuştur. Partisini birtakım donkişotlardan korumuştur. Aynı Donkişotlar kendi iktidarları için değişim isteseler de bu değişim olmayıp statükoya davetiye çıkarmaktır. Bu incelikleri görebilmek de marifettir. 

4 Kasım 2016 Cuma

COĞRAFYANIN İNTİKAMI, Eğitimci, Araştırmacı - Yazar: Sıddık DEMİR

COĞRAFYANIN İNTİKAMI
    Sıddık Demir
            Böyle şey mi, olur mu denebilir.
            Olur, olur hem de bal gibi olur.
            Sınırlarımızda dönen oyunlar karşısında bugün ki siyasi otoritenin kararlılığının tam karşıtı bir tavır sergilenirse o zaman coğrafyanın intikamı nedir, görülür. Mesele erken uyanmaktır. Geç kalkmak bile bu intikamın zuhurunu engelleyemez. Bu iş böyledir. Tarihte hep görülür. En iyi savunma taarruzdur.  Bekle gör, politikası İnsanı da, Devleti de rehavete iter. Nerede hareket orada bereket vardır. Bunca yıldır sayısı milyona varan ordunla övün, gerektiğinde kullanamayacaksan bu övünmenin ne anlamı kalır. Tabi ki macera yoktur. Devlet aklına güvendiğimiz için böyle yazarız. Allah’ın Resulünün övgüsüne mazhar olmuş bir milletin ordusundan bahsediyoruz. Sıradan laf etmiyoruz. Yeri ve zamanında gereken yapılmazsa o makamları küstürürüz. Onların kırgınlıkları coğrafyanın canlanıp gırtlağımıza çökmesi ile sonuçlanabilir. 
            15 Temmuz kalkışması gösteriyor ki bu Millet olgunlaşmıştır. Maya tutmuştur. Millet gücünü siyasi iradeye yansıtmıştır. O halde ataletten sıyrılmak mecburiyeti de kendini daha güçlü göstermektedir. Devlet yetkilileri bunun bilincindedir artık. Biz olmadan asla veya ‘durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak’ diyen bir anlayışla yedi düvelin dikkati çekilmektedir. Suni bir takım yapılarla iş tutmak mecburiyeti olan Emperyalist devletler, asli unsurla ve güçlü yapıların gönlünde taht kurmuş Türk milletinden rahatsız olmaları kadar doğal ne olabilir. Kartal dalışı gibi güneye bir saldırınca ikinci Merci dabık zaferinin kazanılması gibi bahtsız Musul’umuz da bu atraksiyonu bekler.  Devlet kararlı, adı var kendi yok vesayet savaşları ile işi götürmeye çalışan canı kıymetli bu karmaşık oluşumların hesapları bu kükreme karşısında bozulmuştur.
            “Kıbrıs diye bir meselemiz yok” diyen hariciye vekiline “Hoca o ne biçim laf, bizim Kıbrıs diye bir meselemiz var” diyen rahmetli Menderes’in dediği gibi bizim Kerkük, Musul, Mercidabık, Halep gibi davamız ve gereğini kararlılıkla yapacağız diyen bir Devlet Başkanımız var elhamdülillah. Bu Millet yıllar vardır ki hep böyle ‘Devlet ricali’ bekleyip durmuştur. Tarih tekrar yazılacaktır. Şu an itibariyle verilen veya verilmek istenilen mücadele böyle bir şeydir.
            Rahmetli Menderes, General Cavit Kara belen ve yardımcısı Albay İsmail Tansu tarafından kurulan ve eğitilen TMT (Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı)’nın güçlenmesi ile Uluslararası konu ile ilgili oturumlarda eli güçlendiği için oyunları bozmuştur. Sayısı üç beş derken, bin iki bin ve nihayetinde kısa bir zaman sonra on beş bine kadar çıkan TMT mücahitlerine güvenerek gereğini yapan Menderes gibi ‘Ninova Bekçileri’ ile beraber Musul’un içinde uyuyan hücre denilen onlarca hücreye bağlı binlerin bir işaretle harekete geçeceği hesabı, buna bağlı olarak Türk, Türkmen, Kürt, Arap ve bilumum Sünnilik kaygısı taşıyan yerel dinamiklerin büyük çoğunluğunun güvendiği dağ Türkiye ve Türk ordusudur. Hele hele Başkomutanla verilmiş olan güven bir başkadır onların nezdinde.
            Öyle ya Allah akıl vermiştir. Birazcık akıl edenler, bölgede güven adalet ve huzurun sağlanmasına muktedir tek gücün bu güç olduğunun farkındalardır artık. Fitne ve ayrıştırıcı çalışmalar bütün modern teknolojinin unsurlarıyla bulunsalar bile Türkiye’nin o bölgede gücüne güç yetirmeleri mümkün değildir.
            Yetkililerin “Ya olacağız, ya olacağız başka yolu yok” kararlılığı gittikçe daha da oyun bozmaya devam edecektir. Güç mü var, teknoloji mi var, asker mi var, yerel destek mi var. O var bu var şu var. Geriye helva yapmak kararlılığı, o da var. O halde haydi Türkiye gazan mübarek olsun.
            Bütün bunlara rağmen helvayı ortaya çıkarma kararlılığına gölge düşmesi bile coğrafyanın intikamına sebebiyet verir ki, aman Allah korusun.