Sıddık Demir
Egemen güçler, gözü kara bir felsefe
ile gözü kara bir algı oluşturmada hep mahir olmuşlardır. Kendi menfaatleri için yakın veya uzak
gelecekte tehlikeli olabilecek her türlü fikri ya da sınai gelişmeler hakkında
hep birlikte veya çoğunluk olarak saldırıya geçerek hedeflerini yerle bir
ederler. Bunun için teknolojinin
imkânlarını azami ölçüde kullanmaktan hiç çekinmezler. Bu bazen bir fiber saldırı ile bazen de diğer sonuç alıcı usullerle rakip güç veya
güçlerin oluşması engellenir. Kendi güçleri dışında geliştirilmek istenen en
masum teşebbüsler dahi konfor olarak görülerek güdük bırakılmak istenir.
Bunu yaparken durup dururken ucube bir
metotla etrafa korku salarlar.
Saldıkları bu korkuya zamanla kendileri de inanarak bütün mevcudiyetleri
ile mücadelede işin ucunu müdahaleye kadar götürürler. Saddam döneminde
oluşturulan “nükleer programın gelişmişliği” fikri etrafındaki dünyayı kandırma
olayı. Gün itibari ile anlaşılmıştır ki Saddam Irak’ının iddia edilen gizli
silahlarla hiçbir alakası yokmuş. Kurt
koyunu yiyecekse alt tarafta su içmeye çalışan koyuna “suyumu bulatma” bahanesi
meramımızı açıklamaya yeter aslında.
Şimdi bir “DEAŞ” ucubesi çıkardılar.
Aynı klasik alışkanlıklar ve tarih tekrar tekerrür ediyor. Geçer akçe metot,
DEAŞ’ı bahane ederek hakimiyet kurma mücadelesi bu topraklarda bütün hızı ile
sürüyor. Hz. İSA’yı yeryüzüne indirmeye zorlamak için dünyayı dizayn etmeye
Saddam Irak’ın da başlayan Pluterusçu ABD yönetimi DEAŞ’ın doğmasına sebep
olmuştur. Bilindiği gibi Pluterusculuk Levancelizmin daha sağında olan daha
radikal bir inanıştır.
İRAN kontrollü Hizbullah’ın davası
karşısında çaresiz kalmış olan bu güçler, Sünni İslam merkezli DEAŞ’ın
güçlenmesi karşısında koro halinde ittifak ettikleri göründü. Oluşturdukları bu
muazzam algı karşısında, DEAŞ anlayışının yanında olması gereken Devletlerinde
ürkmesine veya yutkunmasına sebep oldular. İkinci bir Hizbullah’ın oluşması,
üstelik sömürüye çok açık, başkaldırı kültürünün zayıflığının hüküm sürdüğü
kesimden zuhur etmesi bu güçleri çok korkutmuş olmalı ki çözümleri de çok
olmaktadır. Malum “Ulul emre iteat”
anlayışından dolayı mütedeyyin Sünni Müslümanların toparlanarak karşı koyma
reflekslerini zamanında bastırmak için DEAŞ’ın ezilmesi lazımdı.
Bu günkü mücadelenin temelindeki espri de bu
anlayışın olduğu kendini gösteriyor. Hizbullah’ı ile DEAŞ’ı ile verilen
mücadelenin nihai hedefi, top yekûn egemen güçlerin bu coğrafyada defolup
gitmesi. Ne yazık ki yine oyun kurucuların oluşturduğu bu algıdan dolayı
olmadı. Demek ki halen yeri ve zamanı değilmiş.
Verilen bu mücadele boşa mı gider? Hayır!.
Bir sonraki zamanlarda, bu küllerin
üzerinde, bütün bölgeye huzurun gelmesini sağlayan meşalenin ateşlenmesine
şimdilerde zemin hazırlanmaktadır. Ülkemizin yöneticileri bu felsefede
hareketle İran’ın ardında durduğu Şii Hizbullah’ı gibi Sünni DEAŞ’ın arkasında
durması ve egemen güçlerin anladığı dilde mücadeleyi esas alan Militan
Sünniliğin hamiliğini yapması beklenirdi. Velakin bu iş güç meselesidir. Bu güç
olmazsa devletler kendi kumaşındaki oluşumlara karşı, bile bile maşa gibi
kullandırılır.
Nitekim
öyle de olmuştur.
Başlangıçta
bu durumun gereği yapılır gibi görülse de içeride ki hainler başta olmak üzere
yabancı istihbarat servisleri saldırıya geçerek bu iyi niyetli teşebbüsün bıçak
keser gibi sonlandırılması sağlanmıştır. Bugün bütün egemen güçler Orta Doğu’daki
dengelerini muhafaza için DEAŞ’a yönelik, terör örgütü, anti demokratik oluşum,
haydut, vs. gibi kabul gören terminolojileri kullanarak geldiklerine veya
vurduklarına göre iş birliği yaptıkları PKK- PYD veya Esed ve ananeleri o halde
demokrat, çağdaş, medeni ve meşruiyetten yana olmuş olurlar. İşte psikolojik harp, işte oluşturulan algı.
İyiyi kötü, kötüyü iyi gösterme sanatı.
Şiileştirilmiş
bir Irak, Şii Nusayri bir Suriye, daha güneyde tuzu kuru Vehhabi bir Arabistan
gibi refah seviyesi yüksek İslam Ülkeleri, bölgesinde bunalmış bir Sünni
toplumun derdine çare olmaktan uzak olurlarsa bunlar ne yaparlar. Üstelik
askeri anlamda çok güçlü bir zemin ve yerel imkân da olursa. Elbette en meşru
olan haklarını en geçer akça metotla elde etmeye çalışacaklardır.
Bugün
DEAŞ adına yapılmaya çalışılanda budur. Tıpkı Afganistan mücadelesindeki Bin
Ladin gibi. Emperyal devletler on binlerce kilometrelik mesafede gelerek
yaptıkları mücadele haklı ve makul, ama “topraklarımızda itlerinin ne işi var”
diyerek karşı koyanlar haksız, öyle mi?.
Makul
düşünce makul mücadeleyi gerektirir.
Tarih
bir gün makul olan insanların zaferini yazacaktır.