25 Nisan 2017 Salı

"BİLDİK ANALİZLERİN DIŞINDA", Gazeteci, Eğitimci, Araştırmacı - Yazar: Sıddık Demir

BİLDİK ANALİZLERİN DIŞINDA
 Sıddık Demir
            Egemen güçler, gözü kara bir felsefe ile gözü kara bir algı oluşturmada hep mahir olmuşlardır.  Kendi menfaatleri için yakın veya uzak gelecekte tehlikeli olabilecek her türlü fikri ya da sınai gelişmeler hakkında hep birlikte veya çoğunluk olarak saldırıya geçerek hedeflerini yerle bir ederler.  Bunun için teknolojinin imkânlarını azami ölçüde kullanmaktan hiç çekinmezler. Bu bazen bir fiber saldırı ile bazen de diğer sonuç alıcı usullerle rakip güç veya güçlerin oluşması engellenir. Kendi güçleri dışında geliştirilmek istenen en masum teşebbüsler dahi konfor olarak görülerek güdük bırakılmak istenir.
            Bunu yaparken durup dururken ucube bir metotla etrafa korku salarlar.  Saldıkları bu korkuya zamanla kendileri de inanarak bütün mevcudiyetleri ile mücadelede işin ucunu müdahaleye kadar götürürler. Saddam döneminde oluşturulan “nükleer programın gelişmişliği” fikri etrafındaki dünyayı kandırma olayı. Gün itibari ile anlaşılmıştır ki Saddam Irak’ının iddia edilen gizli silahlarla hiçbir    alakası yokmuş. Kurt koyunu yiyecekse alt tarafta su içmeye çalışan koyuna “suyumu bulatma” bahanesi meramımızı açıklamaya yeter aslında.
            Şimdi bir “DEAŞ” ucubesi çıkardılar. Aynı klasik alışkanlıklar ve tarih tekrar tekerrür ediyor. Geçer akçe metot, DEAŞ’ı bahane ederek hakimiyet kurma mücadelesi bu topraklarda bütün hızı ile sürüyor. Hz. İSA’yı yeryüzüne indirmeye zorlamak için dünyayı dizayn etmeye Saddam Irak’ın da başlayan Pluterusçu ABD yönetimi DEAŞ’ın doğmasına sebep olmuştur. Bilindiği gibi Pluterusculuk Levancelizmin daha sağında olan daha radikal bir inanıştır.
            İRAN kontrollü Hizbullah’ın davası karşısında çaresiz kalmış olan bu güçler, Sünni İslam merkezli DEAŞ’ın güçlenmesi karşısında koro halinde ittifak ettikleri göründü. Oluşturdukları bu muazzam algı karşısında, DEAŞ anlayışının yanında olması gereken Devletlerinde ürkmesine veya yutkunmasına sebep oldular. İkinci bir Hizbullah’ın oluşması, üstelik sömürüye çok açık, başkaldırı kültürünün zayıflığının hüküm sürdüğü kesimden zuhur etmesi bu güçleri çok korkutmuş olmalı ki çözümleri de çok olmaktadır.  Malum “Ulul emre iteat” anlayışından dolayı mütedeyyin Sünni Müslümanların toparlanarak karşı koyma reflekslerini zamanında bastırmak için DEAŞ’ın ezilmesi lazımdı.
            Bu günkü mücadelenin temelindeki espri de bu anlayışın olduğu kendini gösteriyor. Hizbullah’ı ile DEAŞ’ı ile verilen mücadelenin nihai hedefi, top yekûn egemen güçlerin bu coğrafyada defolup gitmesi. Ne yazık ki yine oyun kurucuların oluşturduğu bu algıdan dolayı olmadı. Demek ki halen yeri ve zamanı değilmiş.
            Verilen bu mücadele boşa mı gider?  Hayır!.
            Bir sonraki zamanlarda, bu küllerin üzerinde, bütün bölgeye huzurun gelmesini sağlayan meşalenin ateşlenmesine şimdilerde zemin hazırlanmaktadır. Ülkemizin yöneticileri bu felsefede hareketle İran’ın ardında durduğu Şii Hizbullah’ı gibi Sünni DEAŞ’ın arkasında durması ve egemen güçlerin anladığı dilde mücadeleyi esas alan Militan Sünniliğin hamiliğini yapması beklenirdi. Velakin bu iş güç meselesidir. Bu güç olmazsa devletler kendi kumaşındaki oluşumlara karşı, bile bile maşa gibi kullandırılır.
            Nitekim öyle de olmuştur.
            Başlangıçta bu durumun gereği yapılır gibi görülse de içeride ki hainler başta olmak üzere yabancı istihbarat servisleri saldırıya geçerek bu iyi niyetli teşebbüsün bıçak keser gibi sonlandırılması sağlanmıştır. Bugün bütün egemen güçler Orta Doğu’daki dengelerini muhafaza için DEAŞ’a yönelik, terör örgütü, anti demokratik oluşum, haydut, vs. gibi kabul gören terminolojileri kullanarak geldiklerine veya vurduklarına göre iş birliği yaptıkları PKK- PYD veya Esed ve ananeleri o halde demokrat, çağdaş, medeni ve meşruiyetten yana olmuş olurlar.  İşte psikolojik harp, işte oluşturulan algı. İyiyi kötü, kötüyü iyi gösterme sanatı.
            Şiileştirilmiş bir Irak, Şii Nusayri bir Suriye, daha güneyde tuzu kuru Vehhabi bir Arabistan gibi refah seviyesi yüksek İslam Ülkeleri, bölgesinde bunalmış bir Sünni toplumun derdine çare olmaktan uzak olurlarsa bunlar ne yaparlar. Üstelik askeri anlamda çok güçlü bir zemin ve yerel imkân da olursa. Elbette en meşru olan haklarını en geçer akça metotla elde etmeye çalışacaklardır.
            Bugün DEAŞ adına yapılmaya çalışılanda budur. Tıpkı Afganistan mücadelesindeki Bin Ladin gibi. Emperyal devletler on binlerce kilometrelik mesafede gelerek yaptıkları mücadele haklı ve makul, ama “topraklarımızda itlerinin ne işi var” diyerek karşı koyanlar haksız, öyle mi?.
            Makul düşünce makul mücadeleyi gerektirir.
Tarih bir gün makul olan insanların zaferini yazacaktır.

18 Nisan 2017 Salı

REFERANDUM ÜZERİNE SIDDIK DEMİR

REFERANDUM ÜZERİNE
       SIDDIK DEMİR
            Tabiri caizse bu referandumda “milli cephe” bir adımlık mesafe ile ipi göğüsledi. Bu “milli cephe” tabirinden ötürü tepki alacağımı bilerek bu terimi kullandım. Öyle ya, sağ partilerden en az üçünün ittifakı bu jargonu kullandırdı bana. Seksen öncesi AP, MHP ve MSP’nin kurduğu hükümete de “milli cephe hükümeti” adının verildiğini herkes bilir. O zaman bu terimi kullanmak ne kadar doğru ise bu referandumda da aynı safta duran bu sağ partilerin ittifakına “milli cephe” denmesi o kadar doğrudur.
            Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi ikinci Abdülhamit’in halledilmesi olayında ona “kızıl sultan” iftirası atanlarla aynı safta eylem yapan “jön Türk’ler in” beraberlikleri “ gayri milli cephe” olarak tarif edilir. Bir arada olma Saikleri mutlaka farklıdır ama böyle bir ittifaka karşı verilen mücadelenin adına da “milli cephe” denir. 
            “Milli cepheyi” oluşturan partilerin bir arada olma Saiklerini, lokomotif partinin diğerlerini kendi safında hizaya getirme siyasetini süfli nedenlere bağlayan bu “jön Türk” markalı pehlivanlar dün ki hatayı tekrarlamakla bir daha tarihi tekerrür ettirmişlerdir. Adamlar “kırmızı” görünce kanları tepelerine çıkıyor, gözlerini kan bürüyor, akılları pusuyor ve elleri ayakları titriyor. Yılana sarılmalarının nedeni bu siyasi körlüktür herhalde.
            Yoksa bütün gayrı milli oluşumların oluşturdukları cepheye mi “milli cephe” demeliyiz?
            Bu milletin kahramanları kadar hainleri de olmuştur. “Milli cepheyi” oluşturan unsurlar kadar gayrı milli cephede kahramanlık yapıyormuşçasına mücadele eden unsurlar da vardır. Öyle olmamış olsaydı onlarca Türk Devleti yıkılır mıydı? Bir de övünürüz, on altı İmparatorluk kurmuş bu Millet Devlet kurmaktan mahirdir diye. Düşünmeyiz ki kurulan bu on altı İmparatorluğun büyük çoğunluğu istisnalar hariç içteki ihanet veya gaflet üzere olanlar eliyle yıkılmıştır. O halde yücelten irade ile yıkan irade sahipleri aynı kanaldan gelen, aynı mayanın yani bir bütünün parçaları olmuş olur.
            Kendi milletini alçaltan, zelil eden unsurlar, bunu yaparken mutlaka temel dayanakla hareket ettiklerini savunurlar. Jön Türklerin istibdat bahanesi taraftar bulmadı mı? Öyle olmuş olacak ki asrın siyasi dehası uzun ömürlü olmuştur velakin hazin sonunu da önleyememiştir. Tıpkı öyle olmasa da benzeri Saiklerle yapılan bu referandum netice itibarı ile yükselme vetiresini hızlandıracağa benzer. Gayri milli cephenin unsurları yine aynı silahşorlar olup farklı nedenlerden hareketle aynı cepheye taarruzları başarıya ulaşamamıştır.
            Bundan böyle bu mağlubiyetle uzun bir dönem kuluçka hayatı yaşamak üzere şimdilik hevesleri kursaklarında kalmıştır. “Milli cephe” unsurlarının bundan böyle daha uyumlu çalışmaları, gayrı milli unsurların kuluçka dönemlerinin uzamasına vesile olacaktır.
            Siyaset imanın bir cüzi dir. Ahlak veya maneviyat da zaten dinin kendisidir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” ifadesi de söylediklerimizin referansıdır. Şu fani hayatımızda imanımızın bir cüzi olan siyaseti doğru yapanların safında olmak çok büyük bir başarıdır. Zannedilmesin ki siyasi iman daima sayısal çoklukla izah edilir. Bazen bu anlamda feraset bir küçük grupla dahi temsil edilebilir. Kutsiyetine iman edilen bir değerler sisteminin ilkelerinin gerisinde kalan çoğunluk değil de o değerler sisteminin önünde olan azınlık daima yükselmeye mahkûmdur.
            Çünkü imanın cüzi olan siyaseti yaparken şahsi arzu ve istekleri, ilkeli siyasetin önüne geçirmeden işin yapılması ona veya o kadroya bu erdemliliği kazandırır da ondan. Yoksa “topal kasırga” gibi yaz yağmuru olur önüne gelen ne varsa deryaya süpürür ve sonunda kendisi de mevsimlik ömrü olan herhangi bir sebze gibi tükenir gider.
            Önemli olan yaz yağmurunun oluşturduğu seller gibi değil, mütemadiyen, akıştaki süreklilikle, inancın ilkeleri doğrultusunda medeniyet olgusuna zemin hazırlayan bir küçük akarsu olmaktır. “Topal kasırga” adıyla maruf Timur’un Anadolu çıkartmasının Türk- İslam âlemine, özellikle de kendisine ne faydası olmuştur. Basit bir heva ve hevesin iktidar olma kaygısı haricinde… 
            Çok basitmiş gibi görünen bu referandumun saflaşma veya cepheleşme vetiresinin üzerimizde bıraktığı tarihi çağrışımı, böyle bir fikri açılışa yelken açarak imanın cüzi bir unsurun da isabet kaydetmeyi umarım.
            Zira o büyük olaylar böyle basitliklerin birikiminde zuhur eder. 

14 Nisan 2017 Cuma

"SAYIN DEVLET BAHÇELİ’YE NAÇİZANE BİR ÖNERİ", Eğitimci-Yazar; Sıddık Demir

            Parti içi kazanların fokurdadığı şu atmosferde Ulusallaştırılmış Partililerin muhalefetini dikkate almadan, uzun dönem partide öyle veya böyle uzaklaşmış, mevcut kaynayan kazanın altına ateşi güçlendirmek için odun taşımayan Ülkücü Muhafazakar Aydınlarla Partiyi zenginleştirmelisiniz.  Ulusallaşmış arkadaşlarını şimdilik Doğu Perinçek’e emanet vererek gerçek yol arkadaşlarını, gerçek Ülkücülerden oluşturursan bir doğal misyonu daha gerçekleştirmiş olursun.
            Rahmetli Türkeş’in sağlığında başlayan Ülküsüz Ülkücü kadroların partiye eklemlenmesi vetiresine sizin de katkınız olmuştu. Şu an itibari ile konjöktör, duruşunuza uygun eylem yapmanıza çok uygundur. Eğer bu konuda geç davranırsanız zaten hazan mevsimi üzere olan bu insanların, üzerinizdeki hakkı ve hukukunu telafi edecek fırsatı kaçırmış olursunuz.
            Bir “Evet -Hayır” olayında dahi bunu fırsat bilen Ulusalcı Kemalist yakınlarınız ortalıkta cirit   atarken, sizin gerçek Türk- İslam Ülkücüleriyle onların bıraktığı boşluğu doldurmazsanız tarih ve millet önünde mahkum olursunuz. An itibariyle, meğer büyük bir kırılma yaşandı, kılıçlar çekildi, bunu bir fırsat bilerek sizin de büyük bir hamle yapmanız gerekmektedir. Nasıl olsa oy kaygısı 16 Nisan’dan sonra olmayacaktır. İki kutuplu bir yönetim anlayışının resmileşeceği tarihten itibaren, küçük ve marjinal  partiler ancak  lobicilikle adaylar üzerinde çalışarak devlet yönetiminde yer almaya çalışacaktır. Böyle bir zeminde bu gün ki kazan kaldıranların fazla bir hükmü ve şahsiyetleri siyaseten zaten kalmayacak. O halde “Ya herro- Ya merro” misali ip inceldiği yerden kopsun kararlılığıyla bu Kemalist sağcıları partiden silebilirsin.
            Bir de BBP ile ilgili bir çalışma yapılabilir. Rahmetli Yazıcıoğlu’ndan itibaren bu parti zaten    misyonunu tamamlayarak tarihin çöplüğüne gidecektir. Ya ikili görüşmelerle ya da aleni basın aracılığı ile bu partideki bir avuç insanlar ikna edilerek seviyeli bir mutabakatla aynı bayrağın altında bir araya gelinebilir. Rahmetli Yazıcıoğlu adı etrafında gelişmiş olan sempati BBP’ yi marjinal bir noktada tutmaktadır. Onları da bu yükten, bu sıkıntıdan kurtarabilirsiniz. Bu birlikteliğin, yok farz edilen tarzda olunamayacağı geçmişte yapılan yanlışlarla bilinmektedir. Ulusallaşmış Kemalist kadroların bıraktığı veya bırakacağı boşluk BBP’nin insan modeline uygun Ülkücü misyonu yaşayan insanlarla ikame edilmesi, iç ve dış oluşumlar başta olmak üzere, siyasetin ana karası olan sağ kitle partinin yanında bu insanları da ihya edecektir. Böylece özlenen “Milli devlet ve güçlü iktidar” anlayışının tesisinde gönül ve eylem yaklaşımlarıyla katkılarının olma keyfiyetine yol açılmış olunur.
            Uzun lafa gerek yok; 
            Statükoda direnen kadroların bir şekilde kenara alınarak, çağın icaplarına uygun, kendini geliştirmiş Türk- İslam Ülkücülerine yol verilecek alanın açılması boynunuza borç olmalıdır. Biz bu talebi dillendirmek durumundayız.
            İlk icraat olarak Merhum Yazıcıoğlu’nun dosyasının tekrar açılarak, olayın iç yüzünün hiçbir şüpheye meydan vermemek kaydı ile açığa çıkartmakla o tabanı yanına çekecek atraksiyonu yapmış olursunuz. Helikopter kazasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, siz ve partiniz TBMM de bildiğimiz kadarıyla ciddi bir ne öneri, ne de konuşma yaptınız. Halbuki, bu olayı hiçbir hesap ve şahsi problem yapmadan sürekli gündemde tutmak sizin asli göreviniz olmalıydı. Olmadı ve zararın neresinden dönülürse (ki siyasi anlamda dönüldü)  o halde büyük Türk milletinin bekası için bu işi açığa kavuşturmanız gerekir.
            Bundan böyle Ulusalcı Kemalist Milliyetçilerden size fayda olmadığı görülüyor. O halde yeni takviyeler yapmanın tam zamanı. Halen yakın kadrolarından bir kısmı kendi gelecekleri adına güya liderlerine bağlılık gözeterek itaat ettikleri gözüküyor. Onların altında bir tuğla çekilmiş olsa şu an ki bayrak kaldıranlardan belki daha şedit emareler gösterirler. Bunlar, zannedilmesin ki Ülkücü karakter, ahlak ve seciye üzereler. Daha beter karakterde olumsuz anlamda marjinalleşmiş, dava adamlığı kriterleri bakımında yoksul bu insanlar da bir şekilde karar mekanizması dışına konulmalıdır. Dolayısıyla yakın ve uzak tutulan ekip içinde kişilikleri gelişmiş adam gibi adamlardan oluşan gerçek dava adamlarını bulmakta zorlanacak değilsiniz.  O kadar malzeme var ki… Yeter ki siz ilkeli siyaset için, ilkeli hayatı olan insanları arayın.

5 Nisan 2017 Çarşamba

"YAZMAKTAN USANDIM" - Eğitimci, Araştırmacı - Yazar, Sıddık DEMİR

YAZMAKTAN USANDIM
      Sıddık Demir
            Alman Devlet Adamı BİSMARK’ın bile siyasi deha olarak övdüğü bahtsız hükümdar ikinci ABDÜLHAMİT hakkında içeride ve dışarıda Siyonist çevrelerce çıkarılan “Kızıl Sultan” iftirası etrafında Türk Milletinin ruh kökenine yönelik nasıl düşmanlık yapıldığı görülür. O Sultan’ın devrinde Siyonist meşrepli “Diktatör” algısı oluşturulması eylemine başta kendilerine “Jön Türk” denilen bu insanların malzeme taşımasını tarih yazmaktadır. Öyle ki, bu rüzgar da etkilenmeyen ateşli Türk Aydınları o dönem neredeyse yok gibidir. Peyami SAFA’dan tutunuz da Mehmet AKİF’e kadar zaman zaman Kızıl Sultan algısına destek olmayan kalmamıştır. Ana artel olarak uzakta seyirci olan halkın feraseti, irfanı veya sağduyusu hariç.
            Teoder Herz’ in Filistin’de Yahudi Devleti kurmak için Sultan’dan talep ettiği toprak parçasının bir türlü alınamamasının karşısında yıpratma politikasının çok ilerisinde, Sultan’ın şahsında bütün Osmanlı’ya yönelik hakaret ve iftiraları bilmeyen yoktur. Özellikle Avrupa’da tahsil çağında olan Jön Türk’lerin Sultan düşmanlığı, Siyonist politikanın güçlenmesine su taşımıştır. Genç veya jön Türk’ler güya Sultan’ın istibdadına karşı mücadele ederken Siyonizmin kucağına oturduklarının farkında bile olmamışlardır.
            Nihayet asrın siyasisine karşı başlattıkları bu birliktelikler zaferle sonuçlanmıştır. Sultanı al aşağıya ederek yeni yönetime bel bağlamışlar velakin Sultan’ı arar olmuşlar. Devlet yeni sahipleri sayesinde maceradan maceraya savrulur olmuştur.  Ama iş işten geçmiştir. “Biz’dik asrın dehasına edepsizce saldıranlar” diyen Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi günah çıkaranları da olmuştur.
            Tarih tekerrür edermiş.
Günümüzde de aynı tarih tekrar etmektedir. Ders almak nafile…  Körleşmiş idrakler, efsunlaşmış beyinler aynı noktada mevzi aldıkları görülür. Bizim derdimiz Sultan’ın karşısındaki Siyonist milleti değil, kendilerine “Jön Türk” denilen yerli unsurlardır. Sultan’ı alaşağı etmenin bunlara getirdiği fayda nedir? Bu birliktelikte Yahudiler amaçlarına ulaşmıştır. Ya siz ey jön Türk’ler, bizim “Demirci’nin iti” durumuna düşmediniz mi?
            Malum; Demircinin iti...
            Ülkemizdeki bir sistem değişikliği durumu söz konusudur. Her iki taraftan da aşırılıklara şahit oluyoruz. Şimdiye kadar uygulanan sistem yerine ikame edilmeye çalışılan başka bir sisteme yelken açıldığı görülüyor. Sessiz sedasız olması gereken bu değişiklikle ülke yoluna devam etmesi gerekirken Sultan Abdülhamid döneminde ki Jönt Türk’lerin tekrar devrede oldukları görülüyor. Recep Tayip Erdoğan düşmanlığı vatanseverliğin önüne geçmiş durumda. Kendilerini Türkçü, Turancı olarak da tarif eden bu türde ki insanlar bizim yakın çevremizde oldukları için biz de kayıtsız kalamıyoruz.
            Türk Millet’inin ruh kökenine düşman bir Sözcü Gazetesi’nin yazarları ile aynı konumda olmalarını içlerine sindirebiliyorlar. Anlı şanlı Türkçü’lerin bir kısmı ayni “Demirbaş Demir” gibi Halk tv ve Ulusal tv de kendilerini ifade ediyorlar. Bunu yaparken de mazeret olarak “Bize başka alan mı bıraktınız” diye dayanakları oluyor. Bütün Avrupa ile birleşerek “Kızıl Sultan’ı” deviren “Jön Türk’ler” gibi bütün Avrupa ile birleşerek RTE şahsında Türkiye Devlet’inin gelişmesini ve büyümesini engellemeye çalışmak tarihin tekerrür etmesi değil de nedir. 
            Lütfen, yönetimdekileri kıskanarak Ülkenize zarar  veren  Jön Türk’lerin durumuna düşmeyin. Tarihi tekerrür ettirmeyin. Böyle Türkçülük, Turancılık yapılmaz. Böyle politikalarla Türk Millet’ine hizmet ettiğinizi zannetmeyin. Bu durumunuzu gafletle değil ihanetle yad eder tarih. 
            Dedim ya, yazmaktan usandım, velakin başka gücümüz de yok. Ya böyle kalem oynatacağız, ya da oturup bu zavallı ve hastalıkla yapının kontrolünde vatanperverlik yaptığını zanneden kardeşlerimiz için dua edeceğiz. Allah sevdiklerimizi doğru yoldan ayırmasın. Allah, mülkü millet hakkında hayırlı karar vererek, hayırlı uygulama yapan Devlet Adamları sayısını artırsın.