Nasıl Bir Milliyetçilik
Sıddık DEMİR
“Diriliş”
dizisini seyredenlerin Ertuğrul Gazi’ye hayran olmamaları elden değildir. Bu
hayranlık onun boyunda posunda veya yiğitliğinden ziyade dışa yönelik
Milliyetçiliğinden kendini göstermesinedir. İçe yönelik Milliyetçilikle adeta
günümüzde görülen partizanlığa benzer bir tablo da dizi de kendini
göstermektedir. Ertuğrul Gazi’deki bu liderlik anlayışı sanki genetik bir hal
alarak oğlu Osman Gazi’den de huruç etmesi Kayı boyunu asırlarca yeryüzünün
Efendisi yapmıştır. İşte Mega Milliyetçilik.
Mananın
desteklediği Cihan hâkimiyeti, içi doldurulmuş, dolu bir Ülkünün mesabesinde
Nizam-ı Âlem kucaklaşması. Ne mutlu, ne kutlu bir Ülkü. Büyük olmak için, büyük
Devlet kurmak için, büyük projelerin hayat bulması için, bir Milletin
evlatlarının veya bir Ülkünün dışa yönelik hamlelerinin inkişafı için
kendilerini dahi feda etmeye namzet kadroların yeryüzüne hâkimiyeti kuru bir
dava anlayışıyla olmaz.
Türk
Milleti tarihinin hiçbir döneminde kapalı bir kutu gibi kalmamıştır. Hep dışa
yönelik gayretlerle başka başka insanlar, aşiretler ve devletlerle ilişki
kurmuştur. Onun için hiçbir zaman ırkçı olmamıştır diyebiliriz. Oysa içe
kapanık bir yapıda çeşitlilik beklenemeyeceği için ırkçılık kendini bu alanda
gösterir. Velakin çeşitlilikten rahmet ve bereket vardır diye kurmuş olduğu
bütün devletlerin idaresini beraber yönetmişlerdir. Bu hoşgörü baharında
beraber yönetimde bulunan ekalliyet unsurlar zaman zaman kanlarının gereği olan
ihanetlere kadar vardıkları halde yönetimdeki liyakat anlayışı hiç değişmemiştir.
Mensubiyet
şuurunun başında kanın emrettiği ( kanın tutulması) duygusal milliyetçilik işin
özü olup adeta çekirdek mesabesindedir. İyi işlenebildiği müddetçe üzerine inşa
edilen kültürün yüklenme biçimine göre oluşan dışa yönelik ideolojik Milliyetçiliğin
adaletle hâkimiyet anlayışının adıdır Nizam-ı Âlem. Nizam-ı Âlem öyle kuru bir
kavga değil, bazı partizan partililerin söylemlerinden çok, ama çok ileride bir
kızıl elmadır o. Milletimizin ülküsünün
mesabesindeki bir kızıl elmadır. Böyle bir Ülküsü olmayan Milletler hiçbir
zaman Cihana hâkim olacak mefkûreye sahip olamazlar. İşte ecdadımız Osmanlı
böyle bir Ülkünün mesabesinde Cihana hâkim olmuştur.
Metot
aynı, mefkûre aynı, adalet aynı, mevcut Devleti aynı ve sivil toplum
kuruluşlarının aynı mesafedeki gayretleri, tekrardan Efendi Millet olma yönünde
emareler oluşturur. Şu an itibariyle bütün dengeleriyle bütün kurum ve
kuruluşlarımızın kendine geldiği müşaade edilmektedir. Dünkü yani Efendi bir
Millet anlayışının tekrardan ortaya çıkış sancılarına şahit olmaktayız.
Suriye’de bütün barbarlıklarına şahit olduğumuz Rus yayılmacılığının en yetkili
ağızlarından “Kafkasya’dan Ukrayna’dan Balkanlar’dan Irak’tan Suriye’den hep
Türk’ler var. Onların olmadığı bir yer neredeyse yok.” diye rapor ettikleri bir
söylemden de anlaşıldığına göre bu Millet eski nüfuz alanında tekrar umut
olmuştur.
Bu
gayret içerisinde olmayı tekrardan mazlum Miletlere kol kanat gererek adaletle
yönetmeye namzet gayretin gösterilmesi dışa yönelik Milliyetçiliğin meyvesidir.
İçe yönelik Milliyetçilik; ekseriyetten
fitne ve fesadın alevlenmesi, kin, kavga ve ihtirasların ayyuka çıkmasına
vesile olur ki getirisi itibariyle Efendilikten köleliğe yer değiştirir.
Nitekim tarih boyu bu böyle olmuştur. Birtakım parti ve benzeri kuruluşlar
kendi doğrularını dayatarak iktidar ararlar. Kendilerinden olmayanlara yönelik
aşırı ithamlarla farklılıklarının sivriltilmesi kamplaşmalara vesile olur. Milliyetçiliği sürekli dilinden
düşürmeyenlerin sivrilttikleri bu değerlerin kendilerini bile heder ettikleri
görünmez.
Öbür
taraftan İslam’ın evrenselliğini ve hoşgörüsünü kendi partizan kadrolarına
hapseden zavallı Müslümanlar İslam’a hizmet ettiklerini zannederler. Tıpkı dini
tamir davasında hareketle din tahripçi ligi yapan insanlar durumuna düşerler.
Yazık ki ne yazık.
Son
yarım asrı kaplayan bu türde oyalanmalar ancak hazan mevsiminin yaşanana kadar
fark edilmez. O zaman kuru bir kavganın peşinde yıllarca boş yere enerjini
tüketen bir kısım insanlar uyanırlar. Hidayet meselesidir bu, doğruyu görmek
insanın nasibinde yoksa, o kör kütük anlayışla tükenip giderler.
Bugün
itibariyle Devlet Başkanımızın kıtalar arası gezisinde (Ekvator, Şili, Nijer, Gine
gibi) o Devletlerin Başkanları veya Krallarının karşılama törenlerinde bizzat
kendileri mikrofona gelerek “Bugün çok bahtiyarız zira ülkemize bir dünya
lideri teşrif etti.” diyerek takdimine binaen duygularını gözyaşlarıyla ifade
şuurunun adıdır Milliyetçilik. Süper güçlerin oyununu hemen yanı başımızdaki
bir savaşta ardına bile bakmadan pılı pırtıyı toplayarak defolan saldırganlığı
bozan bir yapıyı hissetmektir milliyetçilik. Zirvedeyken bir şehit evine
taziyeye giden, gerektiğinde Kur’an okuyan, gerektiğinde şehit evladının
burnunu hiç gocunmadan elleriyle temizleyen hizmetin adıdır milliyetçilik.
Kısacası İslam’ın emridir Milliyetçilik.
Sosyolojik
olarak bu kavramı dinimizden ari tutmaya çalışan, aynı hata üzere halen var
olan birtakım siyasi İslam sevdalıların halen bu hasta kafa yapılarının olduğu
bilinse de bu gerçek değişmez. Bu anlamda Milliyetçiliği inkâr dini tam
anlayamamak demektir.
Bugünkü
yazımızın konusu terimlerin yerine oturması anlamında olduğu için değinme
ihtiyacı hissettik. Buna benzer bazı siyasi terimler hiçbir zaman onu sivrilten
ve kendi malıymış gibi işleyen insanların veya kurumların değildir.
Milliyetçilik, Devrimcilik, Atatürkçülük veya şuculuk buculuk, günümüzde
görüldüğü gibi hiçbir kadronun kendi öz malı olmayıp bu kavramlar bütün
insanımızın ortak değeridir.
Ülkemizin
en büyük Devrimcileri lider bazında düşünecek olursak merhum Menderes, merhum
Özal ve Sayın Erdoğan’dır denilebilir. Devrimcilik bir eylem olup, iş yapma
yeteneğidir. Sağ muhafazakâr kadrolarda bu potansiyel hep olmuştur. Solun ileri
gelen teorisyenlerinden İdris Küçükömer’in ifadesine göre “Bizimkilerin yalnız
edebiyatında olan Devrimcilik, sağın öz malı olmuş olup uygulanmaktadır.”
demektedir. Hakeza Atatürkçülük de öyle. Yıllardır Türk solunun ana gövdesi
olan partinin onu özde değil şekilde arayarak işlediği Atatürk’ü İslam’la mücadele
eder noktaya götürdüler. Atatürk’ü din düşmanlığı noktasında yıllardır
kullanarak asli unsur karşısında aşılmaz bir kale yaptılar. Hâlbuki sıra dışı
gruplar hariç Müslümanların onunla hiçbir problemi yoktu. Onlar dinlerinin
gereği ‘ölmüşlerinizi hayırla anınız’ emrini uygulamakta ısrar etmişler. Onun
içindir ki Atatürkçülüğü şiar edinen bu kadroların iki yakası bir araya
gelmemektedir. Ona büyük zarar vermişlerdir. İnançlı insanlar siyaseten de
Atatürk’ü bu sahtecilerin elinden almıştır.
İşte
bütün değerlerin yerli yerine oturtulma gerçeğinin adıdır Milliyetçilik, bir
partinin malı değil. Cemil Meriç’in ifadesine göre
“ideolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömleklerdir” demektedir. Günümüzde
ideolojiler ölmüştür artık. İnsanın gözünü tıpkı partizanlık gibi kör
etmektedir. Çıkış itibariyle gerek dini endişeden kaynaklı olsun gerekse ırki
endişeden kaynaklı olsun, bu sivrilikler keskin sirke gibi taraftarların ancak
kendisine zarar verir.
Ankara, 16/03/2016