27 Kasım 2015 Cuma

BİR SİYASETÇİNİN TÜKENİŞİ, Araştırmacı - Yazar, Sıddık DEMİR

            BİR SİYASETÇİNİN TÜKENİŞİ
                                                                                              Sıddık DEMİR
Öyle zannediyorum ki siz de “Yaralı Kuş” durumuna getirildiniz, tıpkı bazı çete mensupları gibi… Demokrasi ve hukuk devletinin bütün kurallarının oturması yönünde işleyen mekanizma “Demokratik tercihinize” rağmen sizi “Yaralı kuş” durumuna düşürdüğü ne yazık ki görülmektedir. Meşhur ‘O’ gölge olmadan sözde “Demokratik” hakkını kullanamayacaktın. Şu an ortam çok daha müsait olduğu halde neden “Gıkınız” çıkmamaktadır. Ben de varım demeniz için ahtapotun kolları misali, o gölgenin mi üzerinizde olması gerekirdi?  Merak ediyoruz doğrusu.
            Siyasi seyrinizin oluştuğu çizgi doksanlı yılların başıydı. O yıllardan sonra kendi ifadenize göre engellenemeyen bir yükselişiniz oldu. En az dört defa meclise girdiniz ve değişik bakanlıklarda bulundunuz. Başbakan yardımcılığı yaptınız. Parti içi aşılamayacak oranda problemlerle karşılaşmadınız bildiğimiz kadarıyla.  Kamuoyuna hiçbir bilgi vermeden, oluşumunda teriniz olan bir siyasi kadronun ilk dört kişisinden biriyken ayrıldınız,  her türlü ikbal görmenize rağmen.  İçinde veya dışında az buçuk siyaset yapanların veya ilgi duyanların nezdinde, ülkemizin gelmiş olduğu nokta itibaren, hakkınızda derin şüphelerin oluştuğu bir kişi durumuna düştünüz. Bu manevralar sizin hiçte masum ve mağdur olmadığınıza işaret olarak algılanamaz mı?
            Son yıllarda;
PKK’daki değişikliğin Ergenekon operasyonundan sonra oluşu!
Anti demokrat hazımsızlık yaşayan rütbeli-rütbesiz tepeden inmeci çevrenin demokrat bir genelkurmay için “molla” yakıştırmaları!
Gelirsem o bakanı kendi bakanlığının önünde yağlı kazığa oturturum ifadesi!
Başbakana aleni çirkin küfürler eden emrindeki rütbeli bir memur!
Gelirsem o emniyet müdürünün bacaklarını kırarım ifadesi!
Devletin savcısına “Sen kim oluyorsun ulan” gibi yakışıksız sözler!
Bütün bunlara ek olarak Encümen-i Danış toplantılarında AKP sine alternatif olarak Sayın Şener, sizin kurduğunuz partinin hazırlık çalışması süreci!
 Bu milletin sağduyusunda değerlendirilmiştir.
            AKP kapanacak, 71 kişi siyasetten yasaklanacak, meydan boş kalacak ve Şener’in önü açılacak. Hesabın böyle olduğuna adımız gibi eminiz. Bütün bu tezgâh o iradenin projesi gibi geliyor bize.  Evet sorguluyoruz… Yasaklılar için de en başlarda olmanız beklenirken nasıl sıyrıldınız?  Oyun içinde oyun…
            Senaryo şöyle olabilir;
            Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile Sayın Abdüllatif Şener ayni iklimin insanları oldukları halde muhalefet lideri Sayın Deniz Baykal, Sayın Gül için direnirken Sayın Şener’i niçin o yüce makam için dillendirdi?  İkisinin de eşleri muhafazakârdı. Eşlerin tesettürü bahane, esas mücadele azınlık lobiciliği ve bir de sistemin sahipleri nezdinde iktidarın çarıklı erkânın eline geçmemesi noktasında tedbir…
            Söylendiğine göre MİT içinde Kafkas kökenlilerin ağırlığı büyük olduğu için derin devlet, Ergenekon çetesinin plan ve projelerinden Sayın Şener’i haberdar etmişler;  Şener de gerekli tedbiri almaktan gecikmemiş.  Bilahare Sayın Şenerli bir siyasi ortamın hazırlanmasıyla oluşacak yeni dönemde bu derin güçler, milletin kaderine egemen olmakla iktidarlarını sürdürmeyi arzu etmiş olamazlar mı?  Sicili temiz, yasaklı olmayan, Encümen-i Daniş’a göre Sayın Erdoğan’a alternatif olabilecek potansiyele sahip, halkı yine tıpkı Süleyman Demirel’le kandırdıkları gibi bir tablo… Tekrarı niye olmasın.
            Encümen-i Danış üyelerinin;
            “Hükümetin ekonomik politikalarını analiz edecek bir akademisyen arıyorduk. Birazda kamu tecrübesi olsa fena olmazdı. Aradığımızı fazlasıyla bulduk. Eski ekonomi bakanı, muhalif Sayın Şener” diyerek üzerin de İttifak ettiklerini duymayan kalmadı. Sayın Şener Türkiye’nin nabzını değil Ergenekon’un isteğini yerine getiren birden çok geziler yaptığı, bugün itibariyle daha iyi anlaşılır gibi geliyor insana.
            İsmi de kendisiyle beraber büyümüş, bize göre sıradan bir akademisyen, vasat bir siyasetçi ama bayağı “o” gölgenin etkisinde kaldığı için kavruk Anadolu insan tipinin dışında olan duruşu pek sevimli gelmemektedir.
            Şimdi şunları sormak lazım,
 Sayın Deniz Baykal,  Sayın Abdullah Gül’ü değil de neden Sayın Abdullatif Şener’i Cumhurbaşkanlığı makamında görmek istedi?
Parti içinde veya kabine de en önemli kişi ve makamda olduğu halde Sayın Şener neden hemen istifa ederek önündeki genel seçimde dahi aday olmayacağına dair tavır aldı?
“Yeni oluşum hareketi” çerçevesinde “Ekonomik gelişmeler ve yansımaları” konferanslarıyla bir yığın geziler tertip etmişti. Şuan nerede ve neden frene bastı?
İstifa ettikten sonra neden TOBB üniversitesini tercih etti. Sinan Aygün ve Rifat Hisarcıklıoğlu ile ilişkisi?...
Encümen-i Danış cemaati neden Sayın Şener’in yükselişine destek vermek istediler.
Evet;
            Şimdi nerelerdesiniz Sayın Şener?  Ortaklık toz duman.  Milli irade tekrar tekrar tecelli edeceğe benziyor. Öyleyse işiniz zor gibi. Zaten suskunluğunuzdan da bu böyle anlaşılıyor. Bu milletin sağduyusu, her zaman kendinde çok şey gören, çok şey bildiğini zanneden okumuş yazmış insanların çok önündedir. Oyunları hisseder ama söyleyemez. Gene ki sandık var. Oraya yalnız oyunu değil vicdanını da koyar da söyleyeceğini öyle söyler. İşte buna “irfan” denilir ki;  Dağdaki çobandan bulunurda üniversitedeki akademisyende bulunmaz. Şimdi zevahiri kurtarma çabasında uğraş verdiğin görünüyor. Umduğun dağlara karlar yağdığı besbelli… Rahmetli Yazıcı oğlu gibi Sivasın yollarında onu taklit ediyormuşsun gibi geldi bize. Sivas insanının “irfanı” onunla sizi ayıracak noktada belirgin olduğunu da halen anlamamış görünüyor gibisin… Çünkü rahmetli Yazıcı oğlu sizin gibi oynamazdı. Lütfen biraz “Çarıklı erkân” denilen insanımızın sağduyusunu hissedin. “Adımla Beraber Büyüdüm”  kitabının adını “Adımla Beraber Büyütüldüm” olarak değiştirseler isabet olmaz mı?  İşte bunun adı siyaseten iflastır. 

25 Kasım 2015 Çarşamba

SAĞCI KOMÜNİSTLER, Araştırmacı – Yazar, SIDDIK DEMİR

SAĞCI KOMÜNİSTLER
Araştırmacı – Yazar, SIDDIK DEMİR
Edebiyatlarına bakarsanız hayran olmamanız mümkün değil. Hele biraz da uzakta ise tamam, onun bir numaralı hayranı oluverirsiniz. Sizi celbeden, belki de cesaretleridir. Dilleri yüzünden çok çilede çekmişlerdir. Hayret...
Başkalarının mükemmeliyetleri için çalışır çabalarlar. Gerçekten de çok güzel bir meziyet. Cemiyetin problemlerine kayıtsız kalmamaları onların şiarıdır. Bu mücadele içinde ne hikmettir bir kısmı kendilerini unutur.Bu kadar zor mu, edebiyatlarına yaşantılarını da uydurmak? Türlerinin ilk örneği olmadıkları kesin. Koca koca makamları işgal eden, tek otorite kabul edilenleri dahi Halifelik sıfatlarına yakışmayan bir hayatı yaşamamışlar mı? Elinde Kur’an, dilinde hadis veya ulemanın içtihatları, midesinde alkol ikilemi içinde kompozisyon çizen hünkârlarımız yok mu?Yazısını okursun mükemmel, politikacı ise nutuklarına bakarsın, ayetle söze başlar, hadisle bitirir, çok daha mükemmel. Veya bir bakarsın vatan millet, din iman dediği için kodeslerde çileler çekmiş. Dersin ki, büyük bir dava adamı, ihlâslı, imanlı, tefekkür eden, kendi nefsinde doğru yolu yakalamış ilkeli bir adam.
Uzaktan hayranlığını beyanla, yaşantısını ve hizmetini abartarak kitlelere ifade edersin. İçinde bir aşk, bir muhabbet başlar bu türden aydınlara. Bizim için avamın dava anlayışı ve mücadelesi pek örnek teşkil etmediğinden, hep şöhretli kişilerin yaşantısını hayalimizdeki gibi düşündüğümüzden dolayı hayran olmuşuzdur. Dergilerinde, kitaplarında, röportajlarında ifadeleri aynen; "Türk milliyetçileri artık dindardır, dindar olmalılardır" gibi nice ifadeleri de okudukça ayaklarımız yerden kesilir. İslam’ı yaşayan ve yaşatacak gerçek milliyetçilerden oldukları hayal edildiği için huzur duyarsın.
Dışarıdan yapılan tenkitlere karşı kapalı olup, sert cevaplarla adamların laflarını ağzında koyduğumuz çok olmuştur.
Onlar bizi affetsin...
Kader bu, bir gün, bir bakarsın kendini onların bulunduğu mekânlarda bulursun. Ceketi düğmeli, eli pençeli olarak onların başköşeleri işgal ettiği salonlarda, sen bir dinleyici olarak ayakta veya kapı aralığında yerini alırsın.Çünkü haddini bilmek meselesidir bu... Terbiye meselesidir, kültür meselesidir bu... Saygısızlık yapamazsın. Hasbelkader aynı hizada olduğunu anladığın an, padişahların huzurunda iki büklüm edeple gerisin geri yerini alan vezirler gibi arka sıralara geçersin. Haddine mi düşmüş, senden fersah fersah her konuda ileri olan hayranınla aynı konumda bulunmak. Allah korusun, ya edepsizliği fark eder de şöyle bir rahatsızlığını belirtiverirse hiç tanımadığı sen, o zaman ölmeden önce defalarca ölürsün.Derken acemilikler geçer, kaynaşmaya başlarsın. Zahiri anlamda samimiyetin yanında, eşi dostu ve yakından tanıyanlarıyla onların çağdaş yönlerini, önce tepki göstererek, sonra hayal kırıklığıyla takip edersin. Şahit olursun her şeye...
Bu ikilem içinde yol ikidir. Ya onun gibi yaşamayı, benimsersin veya sorgulama dönemine girersin. Ömrünün büyük bir kısmını çilelerle geçiren bu insanların önemli bir kısmını bugün yakından tanıyoruz. Hemen belirteyim ki, hayran olmaya, saygı duymaya, gözünde büyütmeye değmezmiş. Eski dünyandakilere reklamını yaptığın bu kişilerin gerçek yaşantılarını gördükten sonra utanırsın utanır.
Bunlardan biri “Büyük Doğu”dan etkilenmiş bir eylem yapmış. Türkiye’yi ayağa kaldırmış, tarih olmuş. Yazdığı eserleri okuyorsun hep beni anlatıyor, dinden imandan ve milli değerlerimizden hararetle bahsediyor.Öbür yandan savunduğu davanın temel dinamiklerine, haram ve helaller noktasında hiç itina etmiyor. İşi gücü gününü gün etmek için nasıl ve kimlerin işini takip ederim de şu kadar komisyon koparırım düşüncesinde... Bu da normal... Ya gayri İslami veya gayri milli tarzı...
Bir başkası yıllardır ar namusu da içine alan ahlak kurallarını benimsemediği için komünizmle mücadele ettiği halde, bugün yine onlara küfrederken, kapısı çalınıyor. Kızının iki otuzluk flörtünü gayet normalmiş gibi içeri alıyor. Kendi misafirlerinin yanına değil de, kızının odasına kadar götürüyor. Yemek zamanı da kapıyı çalarak “Yavrular acıktınızsa yemeğinizi odanıza getireyim, siz rahatsız olmayın” gibi, davranış biçimlerini adeta milliyetçilik ve Müslümanlık adına besliyor.
Bir başkası ise, ilerlemiş yaşına rağmen ilm-i ledünden, ilahi murattan, her gelen gençlere bahsederek, onların sırtında onlarca alkollü içkilere rağmen irşada davet ediyor...
İkamet ettiği evinin bir köşesinde içki şişelerinin çokluğunda, ‘İlahi Murat’ araması ve bir garip şuursuzlukların irşat adına sergilenmesi ne kadar gülünç... Elde, kulakta, gözde, dudakta ve midede şişelerin namelerini hisseden ve hayal kuran, kana kana yudumlayan zatın dilinden düşmeyen milliyetçilik, onu geç, ledün ilmî, hakikat, marifet.
Oysa ne savundukları, ne yaşadıkları ne de eğitim anlayışları arayış içinde olan gençler için hiç cazip değil. Üstelik geri zekâlı olmadıklarını ispat edermişçesine karanlıklardan ışık beklemeyi zül kabul etmektedirler.
Yanlış sapmalar, hiç şüphesiz cehaletten kaynaklanır. İnsan bilmediği konuda ahkâm kesmemelidir. Kendi bataklığının nurlu yol olduğunu iddia etmek ise ciddi bir sapmadır. İşte size dilleri hariç bütün coğrafyaları komünist olan milliyetçiler.
İnsanı olgunlaştıran tenkitdir. Bu metodla ikna etmektir. Tenkitlere açık olunmazsa, tenkitleri dikkate almadan kapalı devre yaşamaya devam edilirse, hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkımız yoktur.
Taşrada ışığa ihtiyaç duyan aydınlarımız, lütfen balonlaştırılmış insanlara iltifat etmeyin. Bu büyüğümüz, şu ağabeyimiz, şu parti üst yönetici, şunun akademik kariyeri var, şu ise vekildir. Elbette bizden daha büyük, bizden daha çok bilgi ve görgüye sahiplerdir, diyerek kimseye, araştırmadan ram olmayın.
Işık sizlersiniz, büyük sizlersiniz, kendinizi küçük görmeyin. Büyük gördüğünüz güruhun birçoğu sizden küçüktür. Biraz komünist, biraz milliyetçi, biraz Müslüman, bayağı ahlaksız aydınları boş yere baş tacı etmeyin. İnanmış gözüken aydınların problemleri sizlerden çok daha büyüktür.
Bizden söylemesi...
Sıddık DEMİR

20 Kasım 2015 Cuma

DEMİRCİ HALİL; Sıddık DEMİR (Hikâye)

D E M İ R C İ   H A L İ L
                                  Sıddık DEMİR
            Erzurum’un merkezine bağlı bir kasabada yaklaşık yüze yakın çeşitli rütbede askerlerden oluşan bir karakol. Şuna askeri bir birlikte diyebiliriz. Karakol komutanı  Kahramanmaraş - Elbistan nüfusuna kayıtlı genç yaşta biri. Birliğine kısa dönem askerlik görevini ifa etmek için  Afşin - Dağlıca’lı inşaat mühendisi Emre Gülbey adında bir asker gelir. Bir aylık olan acemi birliğinde eğitimden geçtikten sonra  geri kalan dört aylık mecburi hizmeti için bu kasabadaki birliğe gelen Gülbey ;
            Hemşericiliğin yanında ılımlı, uyumlu görgülü bir kişilik yansıttığı için komutanının gözüne çoktan girmiştir bile. Resmi görevinin dışında, arkadaştan da öte, aynı toprağın insanları olması, ayrı bir ilişkiler yumağının gelişmesine neden olur. Gülbey burada geçirmesi gereken zamanın en güzel bir şekilde geçtiğini daha sonraki hayatında sıtayişle bahsedecektir hep. Bir gün;
            Komutanının babası oğlunu ziyaret için Erzurum da ki birliğe kadar gelir. Oğlunun makam odasına geldiğinde Gülbey’le tanışır. Adamcağız olgun yaşta,  görmüş geçirmiş biri. Elbistan - Afşin ovasında ki her dağın, her tepenin hatıralarıyla beraber, tarihe mal olmuş kişilerinin, durumlarının farkında olarak yaşamışa benzer görünmektedir.
            Oğlunun dışında aynı toprağın bir neferi ile diyarı gurbette karşılaşması, derinine sohbet etmesine vesile olur. “Evladım hangi köydensin” sorusuna “Maravuz’luyum amca” cevabını alması üzerine adamcağız “Senin yaşın küçük, biz biliriz, o köyde bir Demirci Halil adında yiğit, misafirperver, gölgesine sığınılır, çevresinde ki alimlere oldukça düşkün, geleni gideni, yiyeni içeni hat safhada bir muhterem zat vardı. Ben küçüktüm ama babamla olan birtakım hatıraları nakledilirdi bizim evlerde. Böyle birini hiç duydun mu?” dediği vakit Gülbey; amcacığım bahsettiğin kişiyi fiziki olarak tanımam. Ben doğmadan çok önceleri rahmeti rahmana kavuşmuş. Ancak şunu hemen ifade edeyim; Demirci Halil dediğiniz zat benim dedemdir. Bize köyde Demirciler derler. Benim soyadım da Demir’dir. Şu anda inanılmaz bir duygunun içine ittin beni. Evet, bende babamdan işittiğim kadarıyla bölgemizin kültürüne yabancı değilim. İstersen gerek Dedemle ilgili gerekse diğer güzelliklerimizle ilgili sohbet edebiliriz.
            Adamın gözleri parlar. Yüzünde ki olumlu ifade ile ağzının silüetine yayılması uzun müddet devam eder.
            - Bahtiyar olurum evladım diyerek kendi kendine; “şu Allah’ın işine bak, oğlumu ziyarete geldiğim vakitlerde ayaküstü uğrar hemen dönerdim. Ama şu an itibariyle bende hep hayranlık uyandıran koç gibi bir adamın torunu ile sohbet etmek elzem oldu” diyerek ayaküstü olan bu tanışma faslını bırakarak kendine gösterilen koltuğa yayılır.
            “Gülbey evladım, bir baba olarak komutanının adına inisiyatif kullanmak yapmış olduğum iş değildi. Ancak yarın Elbistan’a döneceğim. Onun için sen şu işlerini bir kenara bırak da şöyle karşıma otur lütfen,  sohbet etmek isterim. Eğer bir mahsuru yoksa evladım” diyerek Gülbey’in de karşısına oturmasını sağlar. Bu konuşmalara şahit olan Komutan oğul; “Ne demek babacığım, siz sohbetinize devam edin. Kimse sizi rahatsız etmez. Güya beni görmeye geldin ama iki laf edemedik. Anlaşılan toprağın hatıraları seni aldı götürdü. Ben geç geleceğini evdekilere bildiririm. Sen müsterih ol babacığım”. diyerek makamının dışına çıkarken, “her on dakikada bir çaylarını ihmal etmeyesin” diye nöbetçi askeri uyararak başka işlerine döner. Baş başa kalırlar.
            Gülbey; sohbete bir yerden başlanması gerektiğinin farkında olarak, sükûtunu bozmadan Adam; “seni dinliyorum evladım. İşe ailenizden başlayabilirsin” uyarısıyla Gülbey bildiği kadarıyla anlatmaya başlar.
            -  Bizim sülalemizin nihai dayandığı yer İran Horosan’ı imiş. Öyle söyler babam. Söyleyeceklerimi babamdan duyduğum kadarıyla nakledeceğim. Bu anlamda benim özel bir araştırmam yok. Büyük büyük dedemiz Kara Memet, Kayseri-Pınarbaşı’nda kısa bir süre ikametten sonra  bugün bildiğiniz Afşin’in Maravuz köyüne yerleşir. Malumunuz sonradan köyümüzün adı ‘Daglıca’ olarak değiştirilmiştir. Kara Memet Dede elinden ve dilinden maharetli olduğu için kısa sürede köyün Demircisi olur. Kendinden sonra bu mesleği oğlu Mustafa devam ettirir. Böylece sülalenin adı ‘Demirciler’ olarak bilinir. İşte sizin adını duyduğunuz Demirci Halil, Mustafa Dedenin dört oğlundan ikincisidir. Ağabeyi Memet Yemen’de askerlik yaparken şehit düşer. Adı küçük kardeşe verilir ki ismi yaşasın diye. Halil Dedemizin iki tane de kız kardeşi vardır. Sarızın Büyük Söbeçimen köyünde dayıları vardır. Baba ve ana tarafları Avşar Türkmenlerindendir.
            Halil Dede ile ilgili birbiriyle bağlı olmayan bazı anekdotlar aktarmak isterim. Kendisi uzun dönem muhtarlıkta yapmıştır. Döneminde köyün Aksaçlıları diyebileceğimiz Kalenderler kabilesinden Haşim Ağa, Kasımlardan Mustafa, Keşirlik denilen bölgede Karapalta, Öksüzlerden Kel Bayram, Yakuplardan Kör Omarın Memet, Hoca Derviş, Velikalerde Ali Çavuş, Köselerde Ali Kağ, Topaktaş mezrasında Abidin, Dervişler kabilesinde Bekir, Kırlarda Feramiz başta olmak üzere, ileri gelenler nezdinde Demirci Halil’in ve Haşim Ağan’ın yerleri bir başkaymış.
            Demirci’nin meclisinde, zaman zaman köy dışında, yani Elbistan- Afşin - Sarız yöresinden seçkin insanlarda bulunurmuş. Bunlardan Afşin’de Menzoğlu Ahmet adında yörenin en büyün alimlerinden biriyle, Sarızlı Bakı Hoca namıyla tanınan büyük bir zat, sık sık uğrayarak uzun süre sohbet ederlermiş. O dönem için iki türlü geçim şekli varmış. Biri tarım yani çiftçilik, diğeri ise zenaatmış. Dedemin babası Mustafa, Demirci olduğu için ölünce tezgâhın başına Halil Dede, büyük oğul statüsüyle geçmiş. Zenaat sahibi olmak önemli bir maharet olduğu için, zenaatı olanlar, icra etikleri müddetçe o günün şartlarında geçimi en iyi olanlardanmış. Sürekli ihtiyaç duyulan bir meslek mensubu oldukları için köyün hali vakti yerinde olanların ilk sırasına giriyorlarmış. Halil Deden’inde bunca masrafları ancak öyle karşılanırdı herhalde. Hani derler ya “sefaletten asalet olmaz” bu laf çok doğrudur. Geleni gideni, yiyeni içeni ağırlayıp memnun edemezsen, kuru gürültüyle işler yürür mü?. Bu kadar sevilip sayılabilir ve sözün kanun gibi geçerli olur mu?.
            Mesela; köylüsünde biri, sizin Elbistan’da bir esnafı dolandırır. Esnaf bir türlü bu zata ulaşamaz. Sonunda dükkânını kapatarak bu adamın köyü olan Dedemin köyüne gelir. Mağduriyetini, gördüğü, karşılaştığı her köylüye anlatarak borcu olan kişiye ulaşmak ister. Adamı bulamaz, çünkü adam haberdar edildiği için sürekli yer değiştirir. Derler ki; “bu böyle olmaz Demirci Halile git derdini ona anlat”.
            üyük bir çaresizlikle Demirci’nin huzuruna çıkar ve derdini anlatır. Kaç lira borcunun olduğunu öğrenen Demirci, elini cebine atarak adamın alacağı olan parayı öder ve der ki; “Sen benim misafirimsin. Bir densiz sana yanlış yapmış. Bu köylüm adına senden özür diliyorum ve borcu olan alacağını ödedim. Var git kardeşim. Birazdan bu sahtekâr köylüme haber salacağım. Görelim bakalım borcunu nasıl ödemez” diyerek adamı yolcu eder.
            -Sonra parayı alabilmiş mi sorusuna Gülbey; Ne demek amca, bir gün sonra o adamın kendisinin içinde olmadığı aile efratlarından bir grup, özür yazırla huzura gelerek ödemeyi yaparlar. Esas borç sahibi malum kişi ise Demirci’nin meclisine bir daha uğrayamaz.
            Halil Dedemin üç hanımı varmış. İlk hanımı Kalenderlerden Sivri Bekir’in kızıymış. Demirci Dede bu kızı kaçırarak evlenmiş. Büyük çocukları bu hanımdan olup Kalenderlerin yeğenleri oluyorlar. O zaman babası Mustafa Dede hayatta olup bayağı zenginmiş. Kalenderler sayısal anlamda büyük bir kabile olduğundan Dedemin birkaç sürüsünü kendi kapılarına çekerler. O zaman itibariyle bir sürü en az 150-200 arası koyun- keçiden oluşurmuş. Başlık parası olarak buna göz yumulmuş ve sulh olunmuş. Bu evlilikle Halil Dede kendisini daha güçlü hissedermiş.
            Akabinde Kırmızı Hüsne adıyla bilinen köyün en güzel hanımı ikinci karısı olmuş.
            Kırmızı Hüsne’nin hikâyesi çok daha vahimdir. Kendisi Öksüzler denen kabilede gelindir. Kel Bayram adıyla maruf ileri gelenlerden bir zatın ağabeyi ile evlidir. Kırmızı Hüsne yaşı on sekiz olmadan üç kız çocuk anası olur. Beyi de askerlik çağında genç bir delikanlı. O dönem evlilik yaşı çok küçük olduğu için bu durum günümüzde yadırganabilir. Kırmızı Hüsne Ebemizin kocası üç çocuğunu geride bırakarak askere gider. Mecburi hizmet, vatani görev, şu an bizim yaptığımız gibi. Dönem imparatorluğun sonlarıdır. O zaman Devletimiz yedi düvele karşı en az yedi yerde savaşmaktadır. Bizim askerinde nereye gittiği belirsiz. Aradan tam beş yıl geçer.    Kırmızı Hüsne, kapısına dayanan postacı askerin verdiği haberle kocasının Yemen’de şehit olduğunu öğrenir. Kısa bir süre sonra Kırmızı Hüsne Ebemiz töre gereği dışa çıkmadan Şehidin küçük kardeşi Ahmet’le nikahı kıyılır. Dönem çok çalkantılı dönemdir. Gençleri bir milletin kaderini değiştirmek için tapır tapır düşerken, zevki sefa içinde sıcak yataklarında uyanmak zül gelir ya insana,  işte böyle bir haleti ruhiye içinde Ahmet’de askere alınır. Maravuz dağlık bir köy olduğu için isteseler gitmeyebilirlermiş. Asker kaçağı olarak savaş sonrasına kadar beyhude yaşama imkanları varmış. Ama gönüllülük, topraklarına ‘Yad’ ayağı bastırmamak bugünde dünde bir kültür, bir inançtır be amca. Bir sene sonra yine Kırmızı Hüsne Ebenin kapısı askerlerce çalınır. “Kocanız Ahmet Dersim’de şehit düştü” haberi verilir. 
            Oğlan mı kız mı? Hakkında bir bilgisi olmadan hamile karısını bırakıp askere giden Ahmet’den de bir kız çocuğu olmuştur Kırmızı Hüsne’nin. Böylece yaşı yirmi olmadan dört kız çocukla yine dul kalan Hüsne Ebemiz tam oniki yıl çocuklarını büyütmekle meşgul olur. Ardı ardına iki kocayı da şehit veren bir kadını, bir anneyi, babasız kaderi kucaklamaya hazırlanan dört kız çocuğunu ve aynı ocaktan yani iki kardeşin ayni gayeyle şahadetini bir düşünün. Bir eşin, bir ailenin, bilumum yokluklar içinde hayat mücadelesine hazırlanan çocukların, sevgisiz, şefkatsiz büyüyeceği bir aile ortamı… Allah Hüsne ebeye yardım etsin.   Çok çocuklu olmasına rağmen isteyenide çok olur. Hani derler ya ‘yıllanmış şarap gibi’ kendi güzelliğinin farkında ve yaşı otuz beş bile olmamış.
            Onun gönlü “olursa Demirci Halil yoksa hiç kimseyle mümkün atı yok” dermiş. Ve nitekim Demirci Halil’in ikinci hanımı oluvermiş. Bahtsız Güzelana, kadersiz Güzelana… Ölünceye kadar bu evlilikle biraz güngörmüş. Kendisinin çok güzel olması dolayısıyla çocukları ve torunları hep Güzelana dermiş. Kızlarını Demirci’nin yanında iken gelin etmiş. Hatta büyük kızı Şerife’yi Demircinin en küçük kardeşi Kürdo lakaplı Memet ile evlendirmiş. Yemen’de şehit olan Memed’in adını olan Memet.
            Üçüncü hanımı da son dönemlerinde hizmetinde bulunmak kaydıyla alelade birisiyle olur. Geri kalan ömrünü bu hanımla geçirir. Mezarı Osmaniye’dedir.
             “ Gülbey evladım hele şu çaylarımızı soğutmadan bir içelim” uyarısıyla Gülbey’de ardına yaslanarak sohbetine ara verir. Bir müddet sonra;
            “Evet evladım çaylarımızıda içtik. Derler ya; zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun. Keşke biletimi almamış olsaydım. Çünkü seni mütemadiyen konuşturduğumun farkındayım. Ne olur kusura bakma. Şunu da merak ediyorum, Demirci Halil’in ailesi ile ilişkileri nasıldı? Kendinden sonra yerini tutabilecek evladı veya torunu var mı, veya olacak mı”?
            Amca benim söylediklerim sizde bir kanaat oluşturmuşa benziyor. Şu anlatacaklarım belki rahatsızlık yaratabilir bizim aile meclisinde konuşsam. Sizin karşınızda ise ıkınmama veya sıkılmama gerek yok. Şunu ifade etmek isterim. Ne yazık ki Demirci dedemin yerini doldurabilecek bir evladı veya kardeş çocukları olmamıştır. Evlatlarının bugünkü halini imkân olsa da kendine gösterme fırsatımız olsa pek memnun kalmazdı herhalde. Demek ki olmazsa olmuyor. İlla ki âlim babadan âlim evlat olacak değilmiş.  İnsanın kemiklerini sızlatan evlat da oluyormuş çoğu vakit. Hani günümüzde çiftçilerimizi ilgilendiren bir durum var. İthal domates tohumunu ilk ekmede çok mahsul alırsın. Bu mahsulun ürününde elde ettiğin tohumdan da çıkla zarar edersin.  Genetiğiyle oynanmış olduğu için  ikinci dönem mahsulde hep dışa bağımlısın. Bu tohumlar genelde israil’de ithal edilen tohumlardır ve ikinci ürün olmaz. Yani ikinci kuşak melezleşmiş de ondandır. Ama yes’e düşmek haramdır dinimizde. Zalim olandan da alim zatlar beklemek mümkün. Göl dibinde su eksik olmaz derler ya, Halil Dedenin sülmünden, torunlarından böyle büyük adam çıkar mı, zamanla göreceğiz.
            Kardeşi Kürdo Memet’in damarından bu boşluğun doldurulduğu söyleniyor. Bu anlamda adam gibi adam olanda var elhamdülillah.
            Halil Dedenin küçük kardeşi Kürdo Memet yemende şehit düşen kardeşinin adını taşır. O da demircidir. Babası rahmetli olduğu zaman köyün ikinci bir demirciye ihtiyacı olmadığından kardeşi Memet, Gürünün Camılıyurt köyünde mesleğini icra etmek için o köye yerleşir. Bu köy Kürt köyüdür. Kürtler Demirci Memet’i çok sevdiği için ‘Kürdo’ lakabını verirler. Böylece Kürdo Memet ölünceye kadar, öldükten sonra da lakabıyla anılır. Mezarı Tanır köyündedir. Kendisi Halil ağabeyine göre daha zayıf bir pozisyonda olup çocukları da onu aşamamışlardır.
             “Evet yine çay molası evladım” uyarısıyla çaylar içildikten sonra Gülbey devam eder;
            - Yurt dışına işçi göndermek için ilçe Kaymakamının köyler arasında taraf tutması üzerine itirazını yüksek perdede ilgililere duyuran Demirci dede tesadüf olacak ya Kaymakamın tayininin çıkmasına sebep olur. O dönemde Devletlünün kılıcının sağı da solu da keskin olduğu, insanların onların her dediklerini emir kabul ederek yerine getirdiği, yani itaat kültürünün zirvede olduğunu düşünecek olursak, Halil Dedenin böyle bir şeye vesile olması inanılır gibi değil. Nice sonraları Maraş’a Vali olarak atanan bu Kaymakam, ilçeleri teftişi sırasında Afşin Maravuz köyü arasında, Kuruhan denilen yerde Dedemle karşılaşırlar. Resmi arabanın çıkardığı ses ve toz duman, atıyla Afşin’e giderken, Demirci dedenin atının ürkerek yan tarafta ki tarlaya düşmesine sebep olur. Vali bey Demirci’yi tanır. Makam arabasından inerek yanına, “beni tanıdın mı Demirci, ben Kaymakam iken sürdürdüğün adamım. Şimdi ise Vali olarak Maraş’a geldim” diye öfkeli bir eda ile çıkıştığı söylenir.
            Yine bir defasında İslam âlimi Menzoğlu Ahmet Efendi ve Sarızlı Bakı Hoca’nın da içinde bulunduğu bir kafile ile Afşin’in Örtülü köyünde Kabusoğlu Mustafa isimli bir aşiret reisinin evine misafir olurlar. Ev sahibi hemen ikram için bir koyun kestirir. Örtülü köyü alevi olarak bilinen bir köydür. Bundan dolayıdır ki Kabusoğlu, ıkına sıkına misafirlerine bir soru sormadan edemez. “Alevi birinin kestiği yenmez diye sizde bir kanat var. Eğer  şüphe edenleriniz varsa, bizim kestiğimize önem vermeden sizden biri bir başka koyun keserseniz yemekleri o koyunun etiyle yapalım” deyince Demirci Halil dede;
            “Mustafa ağa önemli bir konuya parmak bastı.  Söylediği gibi düşünen az değil. Bunun doğru olup olmadığını şu an aramızda bulunan Afşin Elbistan ovasının en büyük âlimi olan Menzoğlu’na bu soruyu yönelterek cevabını alalım da işin doğrusu ne imiş öğrenelim” der. Çünkü Demirci Halil, Kabusoğlu’na sık sık uğrayarak nimetinden istifade ettiği, aralarında geçen bu konularla ilgili bozuk, bilinçsiz ve bilgisiz yanlış yapılanmaların marazi olduğunu,  çoğu kez üzülerek gündeme getirdikleri için, birde bu konu hakkında alanında tahsil görmüş bir âlim’den cevabını almak ister.
            Menzoğlu Ahmet;
            “Dinimize bir takım şeyler sonradan uydurularak sokulmuştur. Bu anlayış farkından dolayı karşı taraf için söylenebilenler doğru kabul edilmiştir. Derken dinden olmayan veya dini hiçbir hüküm bulunmayan birtakım bidatlar hayat bulmuştur. Şu anda örneğini burada görmekteyiz. İnsan hadiselerin içinde sürüp giden bir hayatı anlamak ister. Oysa zamanın geçmesi ile müminin kalbinde buna benzer yanlış algılamalarla derin yaralar açılır. Misafiri bulunduğumuz ev sahibi, kestiği bir koyundan yapacağı yemekler hususunda bu hissiyatı şu an için yaşamaktadır. İkram etmek için çırpınıyor ve kendi emeğinin işe yaraması konusunda da tereddütleri var. Zulüm görüyor bir nevi adamcağız. Bunun sebebi de din algısından yenilenmenin yokluğudur. Eğer bir dini hayat kendini yenileyemez, bidatlardan uzaklaşmaz, içine yeni tecrübeler katarak zenginleşemez ve yeni ifade yolları bulamaz ise, insanlar ona olan ilgilerini yavaşça kaybedebilir. Hatta bütünü ile yabancılaşabilir. İçinde tek Allah inancı olanların arasındaki bu ve buna benzer yapılanmalar, algılar ve adetlerden bir an önce kurtularak bizi ağırlamak için cansiperane gayret eden şu insan kardeşimize zulüm etmek İslam da yoktur. Vesselam.” diyerek sözünü tamamlar.
            Gülbey kendisini pür dikkat dinleyen muhatabına; “İşte böyle amca, çok konuştum, sıkılmadın inşallah” diyerek devam eder; “Ne iyi etdinde geldin buralara kadar. Böyle bir yerde sizin gibi biriyle, yani bir başkasıyla kendi ailem hakkında sohbet etmek benim için çok büyük bir onurdur. Buna siz vesile oldunuz. Anlıyorum ki altının kıymetini sarrafı bilirmiş. Sizin kumaşınızda sarraf olmalıdır. Aynı kanı taşıyanlardan, aynı dili konuşanlardan ziyade, aynı duyguları, aynı asaletli duruşu sergileyenler, daha çok anlaşır ve birbirlerinin kıymetini daha çok bilirmiş” sözü üzerine;
            “-Evladım Gülbey; şimdi anlıyorum ve bu sohbet sonunda görüyorum ki dedeniz Demirci Halil’in ocağı şahsınızda sönmemiştir. Öyle zannediyorum ki onu da geçeceksin. Bu potansiyel sende var evladım. Seni Allah’a emanet ediyorum. Hakkını helal et yavrum” diyerek toparlanır.    

19 Kasım 2015 Perşembe

SIDDIK DEMİR: “MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) sorumluluktan kaçamaz...

SIDDIK DEMİR: “MHP sorumluluktan kaçamaz...
 Ülkücüler “Ülke, tarihinin belki de en zor ve kritik sürecinden geçmektedir. Etrafımızı ateş çemberine çeviren Siyonist abluka, yerli ve yabancı ortaklarıyla Türkiye’ye diz çöktürmeyi hedeflemektedir. Danışıklı dövüş oyunuyla yanı başımızda kurdurulmak istenen bir PKK devleti tehlikesi varken, emperyal güçler Türkiye’yi terör listesine sokmak için uğraşırken Sayın Bahçeli’nin sorumluluktan kaçması tarihi bir yanılgı ve milletin asla affetmeyeceği bir hata olur. Bu süreçte en milli ve en güçlü hükümet formülü AK Parti-MHP koalisyonudur.” dediler.
MEHMET ÖZMEN / ANKARA 
MHP sorumluluktan kaçamaz Ülkücüler “Ülke, tarihinin belki de en zor ve kritik sürecinden geçmektedir. Etrafımızı ateş çemberine çeviren Siyonist abluka, yerli ve yabancı ortaklarıyla Türkiye’ye diz çöktürmeyi hedeflemektedir. Danışıklı dövüş oyunuyla yanı başımızda kurdurulmak istenen bir PKK devleti tehlikesi varken, emperyal güçler Türkiye’yi terör listesine sokmak için uğraşırken Sayın Bahçeli’nin sorumluluktan kaçması tarihi bir yanılgı ve milletin asla affetmeyeceği bir hata olur. Bu süreçte en milli ve en güçlü hükümet formülü AK Parti-MHP koalisyonudur.” dediler.
Ülkücüler “Ülke, tarihinin belki de en zor ve kritik sürecinden geçmektedir. Etrafımızı ateş çemberine çeviren Siyonist abluka, yerli ve yabancı ortaklarıyla Türkiye’ye diz çöktürmeyi hedeflemektedir. Danışıklı dövüş oyunuyla yanı başımızda kurdurulmak istenen bir PKK devleti tehlikesi varken, emperyal güçler Türkiye’yi terör listesine sokmak için uğraşırken Sayın Bahçeli’nin sorumluluktan kaçması tarihi bir yanılgı ve milletin asla affetmeyeceği bir hata olur. Bu süreçte en milli ve en güçlü hükümet formülü AK Parti-MHP koalisyonudur.” dediler.
MHP’YE EN ÇOK İHTİYAÇ DUYULAN DÖNEM
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sorumluluk alma noktasında isteksiz davrandığına vurgu yapan BBP Eski Genel Başkanı Yalçın Topçu, “Kuzey Irak’ta çekiç güç eliyle Irak parçalayanlar şimdi de PYD ve IŞİD eliyle Suriye’yi parçalıyor. Sırada elbette Türkiye var. Sayın Bahçeli böylesine kritik bir süreçte sorumluluk üstlenmeyecekse ne zaman üstlenecek. Etrafımız Siyonist ablukayla kuşatılmışken, MHP’nin siyasi ikbal ve oy kaygısıyla hareket etmesi mazisine yakışır mı? MHP’ye en çok ihtiyaç duyulan dönem bu dönemdir.” dedi.
CHP VE HDP’NİN YER ALDIĞI HÜKÜMET FELAKET OLUR
BBP eski Milletvekili Ökkeş Şendiller, HDP ve CHP’nin içinde bulunduğu bir koalisyon hükümetinin bu kritik süreçte Türkiye’yi felakete sürükleyeceğini belirterek “HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’daki taleplerini, Suriye etrafında yaşananları ve taleplerini biliyoruz. Bu açıdan baktığımızda HDP’nin içinde bulunacağı veya destekleyeceği bir hükümetin çok faydalı hizmetler yapması beklenemez. Sayın Bahçeli sorumluluk almalı ve Türkiye’yi böyle bir formüle mahkum etmemelidir.” dedi.
MİLLET İKTİDAR ADRESİ OLARAK MHP’Yİ GÖRMEK İSTİYOR
Ülkü Ocakları eski başkanlarından Sıddık Demir, “7 Haziran seçimlerinde bu millet CHP ve HDP’ye iktidar olma görevini vermemiştir. Sayın Bahçeli’nin iktidar adresi olarak CHP ve HDP’li bir koalisyonu göstermesi, milletimiz tarafından ‘sorumluluktan kaçma’ olarak değerlendirilmektedir. Ülkücüler MHP’ye ‘muhalefette kalsın, tarihi sorumluluktan kaçsın’ diye oy vermedi. Milletin emanetine sahip çıkması, zor zamanlarda ülkenin selametini sağlaması için oy verdi. MHP bu tarihi sorumluluktan kaçarsa bedeli çok ağır olur.” şeklinde konuştu.
SİYONİSTLER TÜRKİYE’YE DİZ ÇÖKTÜRMEYİ HEDEFLİYOR
Aklıselim Ülkücüler Derneği Başkanı Hasan İlter, “Her zorlu dönemde bu millete vefasını gösteren Ülkücü hareket, böylesine zor bir dönemde de tarihi misyonunu yerine getirmeli ve iktidarda yer alarak ülkenin fırtınalı sulardan güvenli limana sağ salim çıkmasında sorumluluk almalıdır. Yanı başımızda PKK’ya devlet kurdurmak isteyen ABD, Batı ve İsrail mafyası kirli emellerini gerçekleştirmeye azmetmişken, Ülkücülerin talebi; MHP’nin ülkenin kaderine sahip çıkmasıdır. Vakit sorumluluk alma vaktidir. Millet MHP’ye muhalefet değil, iktidar ortağı olarak millete hizmet görevi vermiştir.” diye konuştu. // Yeni Akit ( — kütür bakanı sn.yalçın topçu ve http://siddik-demir.blogspot.com.tr/ (etiket isteği gönderildi) ile birlikte.)

Eğitimci, Araştırmacı-Yazar SIDDIK DEMİR "HABER 10" A KONUŞTU: "Osmanlı ruhunu zedelemeyin!.."

Osmanlı ruhunu zedelemeyin!..
Sıddık DEMİR
Hükümetin Osmanlı ruhunu yeniden diriltmek için risk aldığını vurgulayan Demir, mitinglerde herkesin bunu dikkate alarak davranması gerektiğini vurguladı. Demir, kardeşlik projesine de destek verdiğini açıkladı. 
Haber & Röportaj: Hülya Özkan / Haber10
Bursa'da Kuruluş, İzmir'de 'Bayrak', Adana'da 'Vatan', Erzurum'da 'Birlik', Konya'da 'Türkçe', Elazığ'da 'Kardeşlik', İstanbul'da 'Demokrasi', Samsun'da 'Kurtuluş' ve son olarak Ankara'da 'Türkiye' mitingiyle alanlara inmeye hazırlanan ülkücülere anlamlı uyarılar geldi.
Çözüm sürecini Milletimiz hakkında hayırlı adım şeklinde değerlendiren eski ülkü ocakları yöneticisi, 12 Eylül mağduru Sıddık Demir, Milletimizin özlediği Türkiye’ye doğru ciddi anlamda yol alıyoruz. Elimizi vicdanımıza koyduğumuz zaman bu gerçeği görüyoruz. Sağduyulu insanlar hep böyle düşünüyor. Kavga ve gürültüden hiç kimse kazanmamıştır. Kim bu milletin ve Osmanlı ruhunu tekrar diriltme gayretinde bulunursa biz ona ancak dua ederiz. Bunun dışında buna karşı kıskançlıktan dolayı başka ellerinde her hangi bir materyal olmadığı için muhalefet eden kurum, kuruluşları da tasnif etmiyoruz. Şiddetle de kınıyoruz. Ülkücü kardeşlerimizi de mitinglerde taşkınlıktan uzak durarak, tarihi bir dönem geçiren ülkeye hizmet etmelerini bekliyoruz. 12 Eylül öncesi yaşanan olaylardan herkesin ders çıkartmasını arzu ediyoruz dedi.
İşte o söyleşi:
YENİDEN İNŞA SÜRECİ
- Darbelerin içinden mağdur olarak çıkan bir ülkücü olarak son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kısa bir ufuk turuna çıkalım. Biz darbelerin içinden çıktık. O dönem ihtilal vardı. Hiçbir ihtilal en kötü demokrasiden daha iyi değildir. Darbe döneminde her türlü ideolojiye sahip olan, genç düşünen beyinleri askeri vesayet kırdı. Mağdur etti. Genç yürekler bir birine düşman ilan edildi. Sokaklar, alanlar yangın yerine dönüştürüldü. Birçok insan devlete de küstü millete de küstürüldü. Ve kenarlarına çekildiler. Şu an gelmiş olduğumuz konum itibariyle aradan otuz yıl geçti. Bu otuz yıllık zaman zarfında çok şükür ki halktan yana olanlar iktidar olmuşlardır. Bu süreç Özal’ın iktidara gelişiyle başladı. Rahmetli Özal, halktan yana ciddi destekler aldı. Ve Özal ciddi anlamda ortalığı yumuşattı. Demokratikleşmeye zemin hazırladı. Şu anda mevcut iktidar Özal’ın açmış olduğu yumuşatma politikası üzerine çok ciddi şeyler inşa ediyor.
ATILAN ADIMLAR HAYIRLI
- Nedir hükümetin bu politikası?
Tek kelime ile bütünleşme ve dünyaya açılma. Bunlar ülkemiz ve milletimiz hakkında hayırlı kararlardır. Milletimizin özlediği Türkiye’ye doğru ciddi anlamda yol alıyoruz. Elimizi vicdanımıza koyduğumuz zaman bu gerçeği görüyoruz. Sağduyulu insanlar hep böyle düşünüyor. Kavga ve gürültüden hiç kimse kazanmamıştır. Elbette ebedi kardeşlik için bir takım yasal düzenlemelerin yapılması normaldir. Bunlar demokratikleşme yolunda ciddi adımlardır.
RANTLARI KESİLİYOR
- Bu kadar önemli adımlara karşı koyuş neden o zaman? İşte Milli Kardeşlik Projesi ve halen tepki gösteren çevreler.
Statükoları kaybetmek istemiyorlar. Elbette normalleşmeyi istemeyenler olabilir. Çünkü bu kavgadan rant elde etmeye çalışanlar var. Bu çevrelerin içinde sadece terörist yapılar yok. Maalesef siyasiler ve kurumlar içerisinde bazı kişiler de var. Tabi bir çocuğun elindeki oyuncağını, şekerini alırsan çocuk ne yapar oyuncaksız kalır. Ve ağlamaya başlar. Kandan kim besleniyor tükenecek inşallah.
MUHALEFETİN DURUMU KÖTÜ
- Peki muhalefet partilerinin tutumu neden normalleşemiyor?
Proje üretemiyorlar ve yetersizler. Türkiye’deki sorunlara çözüm üretemediklerinden iktidarın yapmaya çalıştıklarının önünü kesmeye çalışıyorlar. Bunu sırf muhalefet olmak için yapıyorlar. Tabanlarına yönelik mesajlar veriyorlar. CHP’nin durumu enteresan., Mitingler düzenleyecek siyasi parti olarak (MHP) kendi duruşu ile kendilerince haklı sebepleri vardır. Çünkü tabanlarını tutmaya çalışıyorlar. Bir de Türkiye tablosunda resme bütün olarak bakacak olursak mesela aşırı Kürtçülük var. Ama barış isteyen Kürtler de ağırlıklı olarak var. Türkçülük yapan insanlarda da çok aşırılıklar var. Bu aşırı Türkçü olan insanlar da MHP’de gibi düşünülüyor. Dolayısıyla MHP’nin de bu şekilde aşırı ve mantıksız, anlamsız muhalefeti bir noktada öteki tarafı dengeliyor. Bu ırkçılıklar birbirlerini dengeliyor ve ortada ırkçı olmayan, çözümden yana olan iyi niyetli mütedeyyin insanların oluşturduğu bir parti bu ülkenin milleti hakkında hayırlı kararlar almaya vesile oluyor. Bir sopanın iki ucu vardır. Ortadakiler ise kaptan durumundadırlar. Ve sopanın dengeli bir şekilde durmasını sağlar. Şuanda iktidar da bunu yapıyor. Bizler de bunların başarılı olabilmeleri için dua ediyoruz.
TARİHİ UYARI
- Son süreçte MHP lideri Devlet Bahçeli’nin sert söylemleri var. Ve mitingler ile alana inmeye hazırlanıyorlar. Bu duruşu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasiler bazen aşırı söylemlere kaçarlar. Bahçeli’nin söyledikleri siyaseten söylenmiş olan şeylerdir. Kendi tabanının gazını alma çabasıdır. MHP bütün parti il teşkilatlarına genelge gönderdi ve taşkınlıklara sebebiyet verilmemesini istedi. Bahçeli, sert sözleri söylüyor ama önemli olan teşkilatlara gönderdiği genelgedir. MHP’de olsa başka bir parti de olsa aklın yolu birdir. Ve bu kadar sert tepki vermesinin de bir hizmet olduğuna inanıyor ki Türkiye’de dengeler sağlanabilsin. Siyaseten hükümet çok ciddi başarılar kaydediyor. Bu sorun çözülürse MHP’de CHP’de bulundukları yerden bir adım bile yukarı çıkamazlar. Onun için hükümet burada bir noktada kıskanılıyor. İktidar gerçekten güzel işler yapıyor. Bakın mesela İsrail özür diledi. Bu Türkiye’nin adam gibi bir duruşunun ve bölgede cihan devleti olma noktasında çabasıdır. Türkiye’nin her geçen gün alanını genişlettiğini ve büyük bir güç haline geldiğini İsrail de gördü ve direnemedi. En son özür dileyerek yelkenleri indirmek zorunda kaldı. Suriye durumu da bitecek belki üç ay belki beş ay sonra... İşte o zaman Türkiye’yi kimse tutamayacak. Türkiye’yi bu muhalefet de tutamayacak başka hiç kimse de tutamayacak. Bugün Sayın Recep Tayyip Erdoğan gider yarın başka bir ekip gelir. Ama aynı felsefeyle bu milleti bu düşünce uçurtturur. Bizim ülkücülük anlayışımız da bu. Kim bu milletin ve Osmanlı ruhunu tekrar diriltme gayretinde bulunursa biz ona ancak dua ederiz. Bunun dışında buna karşı kıskançlıktan dolayı başka ellerinde her hangi bir materyal olmadığı için muhalefet eden kurum, kuruluşları da tasnif etmiyoruz. Şiddetle de kınıyoruz. Ülkücü kardeşlerimizi de mitinglerde taşkınlıktan uzak durarak, tarihi bir dönem geçiren ülkeye hizmet etmelerini bekliyoruz. 12 Eylül öncesi yaşanan olaylardan herkesin ders çıkartmasını arzu ediyoruz.

17 Kasım 2015 Salı

HOŞGÖRÜLÜ OLMAK, Sıddık DEMİR

HOŞGÖRÜLÜ OLMAK
Sıddık DEMİR
-Yiğidi gül ağlatır gam öldürür-
Hoşgörü nasıl da bir milletin sahiplenmesi gereken kıymetlerin başında gelmez? Bütün ilahiyat kaynaklarının şifrelerinde olduğu gibi beşeriyetin de nihai hedefinde olan, rol model de olsa bir kısmının ulaştığı bu güzellik manzumesi insanlığın ulaştığı en mükemmel bir anlayıştır. Bu anlayış biçiminin bireyden hareketle devlet olması en ideal olanı olmalıdır.
Devletten millete bu güzelliklerin dayatılması durumu ise ikinci bir metot olarak tercih edilebilir. Toplumların kültürel kodlarına bu anlamda, eğitim ve diğer uygulamalarla değişime tabi tutacak evrensel değerler yerleştirilebilir. Bunun adına günümüzde toplum mühendisliği deniliyor. Öyle ya; eğitilmiş insanların, içinden çıktığı toplumları yönetmeye talip olması kadar normal ne olabilir.
Demokrat düşünce veya demokrat tavır belki de evrensel değer değildir, ama “Uluslararası” bir güzellikler manzumesidir. Özgürlükler menbağıdır. Eli kolu bağlı bir milliyetçilik, yine aynı pozisyonda bir maneviyatçılık ve diğerleri ne kadar özgürdür. Hukuki anlamda çerçevesi çizilemeyen veya muhafaza edilemeyen bütün soyut ve somut kavramlar varlığını özgür olmayan ortamlarda nasıl devam ettirebilir. Ferdin hukuk önünde hakları ancak ‘özgürlükçü demokrat’ tavırla korunur.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inancı zayıf yönetici veya yönetim şekli ile bu erdemleri içine sindiremeyen bazı aydınım diyen zümrenin yaklaşım tarzına özgürlükçü anlayışı yakıştırabilir miyiz? Kişileri takiye kültüründen kurtaran anlayış bugün itibariyle demokrat duruştur.
Birden çok kişiliği, birden çok yüzü olan çok kimliklilik insan cinsinin besleyip büyüttüğü en büyük çirkinliktir. Özellikle bu ihlalin kurumsallaşması, fertler üzerinde çok hızlı deformasyonun devamına sebep olur ki, en tehlikeli olanı da budur.
Fert-Devlet ilişkisinde veya kurumlar ile yönetim arasında bir şeyler elde etme gayesiyle çift kimlikli oluşum olagelmiştir. Bu gayretler dünyevicilik gibi süfli beklentilerle sınırlı kalmayıp genel ahlakı olumsuz etkilemesi veya ona bir şeyler kazandırmaması şeklinde bir gelişme ve tehlike arz ediyor demektir.
Osmanlı Devletinde kurumlar ile devlet denilen mekanizmanın hedefi genelde aynı olduğu için “Sivil toplum – Devlet” çatışması pek görünmez. Hesaplar dünyevi ve süflidir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde ise “Sivil toplum - Devlet çatışması” hep süregelir. Çünkü; sivil unsurlarla devlet denilen mekanizmanın hedefi veya hedefledikleri aynı değil de ondandır bu çatışma. Eğer bugün itibariyle ileri derecede çatışma ortamı oluşmamışsa ‘Sivil unsurlar’ takiye kültürü gereği “Halıyı yatışına taramalı” anlayışından hareketle barışık görünmektedir de ondan.
Zoraki barışık olma siyasetinin takipçisi sivil unsurların, ‘Demokrat olma’ veya ‘Hukukun üstünlüğü’ anlayışına katkı yapmaları beklenemez. Paranın ve sandalyenin gücü ve bu alandaki doyumsuzluk, bu kurumlar ile katkı sağlayacakların yönetim tarzını diktatörleştirir. Bir grubun veya bir zümrenin egemenliğinde insanlar zulüm görür. Bu durum ne ilahiyat anlayışının tatbikine ne de demokrasiye kapıyı aralar.
İslam coğrafyası aynen böyledir. İnsanlığın ulaştığı “Demokratik yapılanma” veya ilahiyat ahlakında emir mesabesindeki “Hoşgörü ve Saygı”dan hiçbir eser olmayışını bir zihniyet değişimi noksanlığına bağlamak lazım. Hz. Peygamberin “Sürekli devrim” veya “Kur-an’ı süreli devrime tabi tutunuz” gibi öneride bulunduğu halde muhataplarının tarih boyunca (birkaç kırınım hariç) bu sözden habersiz yaşadıkları statik bir yapılanma, kendini her alanda göstermektedir.
Ülkemizde de durum aynı. İlahiyat konusunda dahi bir eylem bütünlüğü ortaya koyamayan sivil toplum unsurları veya aydınlar, bir başka alanda neler ortaya koyabilirler ki?
Bir sivil toplum örgütü başındakinin antidemokrat eylemine karşı o örgütü oluşturan diğer unsurlardan birileri “Öyle değil de böyle olsa daha iyi olmaz mı?” diye irade beyan edemiyorsa sebebi demokrasi kültürü veya hukukun üstünlüğüne olan inancın olmayışıdır. Eli kolu bağlı bir milliyetçiliğin, eli kolu bağlı bir dindarlığın veya vatandaşlığın insana ne faydası var. İnsan özgür olursa insan olur. Gayrisi ‘Zombi’ olur ‘Mankurt’ olur. İnsan kendini ‘Devlet gibi özgür’ hissettiği zaman korkularından kurtulur. Korkularını yenen insan çift kimlikli olmak istemez. Özgür iradeli fertlerin oluşturduğu toplumlarda demokrasi kültürü gelişir. Bu kültür oluşursa aliyyül ala; gerisi kendiliğinden gelir..

AKİT; İhanet Çetesi Dün Olduğu Gibi Bu Gün de Kardeş Kavgası Peşinde,


AKİT: "80 DARBESİ ÖNCESİNİN GENÇLİK LİDERLERİNDEN SAĞDUYU ÇAĞRISI"