30 Ocak 2019 Çarşamba

İRAN PEHLEVİ HANEDANLIĞI VE İSLAM CUMHURİYETİ - "Sıddık DEMİR", Araştırmacı - Yazar


İRAN PEHLEVİ HANEDANLIĞI VE İSLAM CUMHURİYETİ

(Geçmişten Bugüne İran)
Sıddık DEMİR 


Yaklaşık yüz elli yıldır hüküm süren İran Kaçar Hanedanı  Kaçar Şahının kurduğu ve başına Rıza Hanı geçirdiği “Kazak Tugayı” tarafında darbe yapılarak son bulur. 1921 den itibaren Rıza Han devleti yönetir. 1925 de Şah unvanıyla ve takip eden yıllar da taç giyerek iktidarını garanti altına alır. Kendi kültürlerinden kaynaklanan “Pehlevi” unvanını da isminin sonuna ekleyerek Rıza Şah Pehlevi hanedanı resmen başlamış olur. Pehleviler dönemi olarak bilinen tarihi süreç baba Şah Rıza ve oğlu Muhammet Rıza Şah’la kaimdir. Yalnız oğul Muhammet Rıza Şah iktidarını tamamlayamadan 1979 da Ayetullah Humeyni’nin başını çektiği bir halk ayaklanmasıyla ülkeden kaçmak mecburiyetinde kalır.
 İran da kısa süreli iktidar değişikliğinin en önemli ve baş faktörü yer altı zenginliklerine sahip olmasıdır. Dünya enerji politikalarının her türlü alan bulduğu bir coğrafyasına karşı bir darbeyle iktidar olan Rıza Han’ın iktidar oluşunun temel etkeni bu zenginliktir. Yeni hanedanla kendi menfaatlerini kollayan emperyal devletler leşe konmuş akbaba gibi bütün siyasi entrikalarla birini getirmekte ve  birini götürmektedir. İran’ın çok zengin petrol yataklarına hayati ihtiyaçları olan devletler (Kuzeyde Sovyetler, İngiltere, Fransa ve ABD) İran’ın zenginliklerinden pay almak için kıyasıya yarışırlar. Kaçar Hanedanına karşı ihtilal yapan Rıza Han da İngilizler tarafından desteklenir. Ne yazık ki 20. yy’ın  rol model medeniyeti batı medeniyeti olduğu için yeni  çağda İran, Türkiye ve benzeri İslam devletleri yönünü buraya çevirmişlerdir. İran’da kendi halkı için batı medeniyeti ve onun kurumlarını ülkelerinde tesisi etme noktasında çok gayretlidir. Kendi inançları olan Şiilik ekseni etrafında bir ulus olarak kalmak isteyen kesime rağmen esen rüzgâra karşı durulamaz. Hâlbuki batı medeniyeti temsilcileri olan devletlerde İran’ın zenginlikleri üzerinde oturmak için birbirleriyle amansız mücadele içinde görünürler.

İran’da Rıza Şahla devam eden monarşi yönetim anlayışı 1979 İslam Cumhuriyeti kurulana kadar devam eder. Modernleşme bahanesiyle batılılaşma eğilimine geleneksel kültüre rağmen devam eden Şah Rıza Pehlevi, İran’a ve milli değerlere bağlı milliyetçi bir tarzı iktidarı boyunca hep kollar. Demokratik kurumlar ve yürütmede ciddi kadroların olmaması, İran’ı bir aşiret devleti gibi yönetir. Kendisinden önceki hanedan olan Kaçarlar’ın önemli bir değişiklik olarak kurdurttuğu ve kendisini de başına geçirdiği “Kazak Tugayı” kullanılarak darbe yapmıştı. 2500 kişiden oluşan Kazak tugayı başarılısına bir de dış destek İngilizler. Bu tugay ülkenin en modern ve etkili askeri birliğiydi.
 Rıza Han henüz iktidar olmadan önce 1. Dünya savaşı sırasında ülkenin bölünmesi yönündeki birçok ayrılıkçı hareketlerin bastırılmasında faal olarak bulunmuş ve başarılı olmuş bir askeri sicile de sahipti. Batılılaşma dönemi hız kazandığı Kaçar hanedanlığından başlayarak devam eden bir süreçtir. Devlet kurumlarının ve özellikle mali yapının oluşması için yabancı teknik elemanlar bile kullanırlar.  Şah Rıza döneminde İran milliyetçi bir tavırla devleti modernleştirme yönünde birçok reformlara imza attı. Kendini iktidar yapan İngilizlerin aşırı isteklerini frenledi. Üretilen petrol gelirleri üzerindeki yetersizliği bahane ederek geliri artırıcı yönde anlaşmalarla İran’ı rahatlatır. Komşularıyla anlaşarak var olan problemlerin çözümü yönünde gayret etmiştir. Eğitim ve diğer alanda okullaşmada başarılı olunur. Farsçayı resmi dil yaparak ilk defa devletinin adını İran olarak tescilledi. Önceki dönemlerde “persiya” olarak bilinen adı yasaklandı.
Avrupa vari bir hayat anlayışını uygulamak istediği için halk içinde özelliklede ulema tarafında ciddi homurdanmalarla Rıza Şah kısa sürede yıprandı. 2. Dünya savaşında işin tuzu biberi oldu. Siyasi cinayetler, başkaldırı kıpırdanmalar sonrasında kendini gösterdi. Almanya,  Sovyetleri 1941 de işgal ettikten sonra İngiltere ve Sovyetler Rıza Şahtan Alman teknisyenleri ülkesinden çıkarmasını isterler. İngilizlerden de aynı talep gelince İran’ın işgali olur. İngiltere ile Sovyetler oğul Rıza Şahı başa geçirir. Savaş sonrası bu iki gücün yanına ABD de katıldı. Kuzeyde de Sovyetler Azerbaycan’ı işgal ederek Tehriz’e kadar girer. Zamanla babasının açtığı yolda reformist hareketlere giren oğul Şah ilk fırsatta Petrolü millileştirdi. Bu durum ilgili devletleri çok rahatsız eder. Bir ara sokak gösterilerinden korkarak yurt dışına kaçan Şah, 1953 yılında tekrar gelerek yeni uygulamalarına devam eder. 1963 yılında yine büyük birleşim çıkar. Modernleşmiş ordu sayesinde bu krizi de atlatan Şah ABD ve İsrail’in yardımıyla Ulemadaki muhalif yapılara karşı önlem alır. Bu anlaşma ile Ayetullah Humeyni’yi Türkiye’ye sürgün eder. Humeyni bir müddet sonra Irak’a geçer. Oradan da Fransa’ya. 1979 yılına kadar kaldığı Fransa’da Şaha karşı halk harekâtı lideri olarak bir gece Tahran’a iner. Halk hareketi karşısında kanlı tedbirler dahi çare olamadığı için Şah Rıza ülkeyi terk eder.
Sene 1979 ve Humeyni liderliğinde yeni bir devlet kurulur. Adı İran İslam Cumhuriyeti. Lideri uzun dönem sürgün hayatı yaşamış Ayetullah Humeyni’dir. Bundan böyle mollaların hâkim olduğu bir iktidar mücadelesi yaşanacaktır.  Çünkü yeni bir devrim ve her devrimin kendi uygulaması söz konusu. Adından da belli olduğu gibi İslam Cumhuriyeti hemen her alanda bu devlet yapısı kendi karakterini uygular. Mollalar imtiyazlı sınıfı oluşturur. İlk İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanı seçimle seçilir. Ama bir yıl dayanmaz. Tekrar anarşik olaylar ve gayri memnunlar derken Irak-İran savaşı başlar. Irak-İran’a saldırır. Savaş sekiz yıl sürür. Bu zaman zarfında İran kendi içinde kenetlenir ve devrim güçlenir. İran  Şii merkezli bir devrim anlayışını radikal seviyede uygulamada başarılı olur. Şia inancında ki Ayetullahların yanılmazlık anlayışı devrimlerin gerçekleşmesine sebep olur. Velayeti fakih inancı bir Ayetullah ölünce diğerinin geçmesinin gerekliliği Cumhuriyetin yaşamasını sağlar. Humeyni 1989 da hakka yürüdüğü vakit “Velayeti fakih” müessesi işletilerek dini lider seçilmiştir. Ayetullah Humeyni’yle başlayan batı karşıtlığı İran’ı modern dünya da uzaklaştırdı. Çünkü o Batı İran’ı devrimden sonra sömüremiyordu.
 İran İslam Cumhuriyeti kendi sistemlerinin yerleşmesi için devrim ihraç kararıyla emperyal devletleri daha çok kızdırır. Özellikle ABD’nin koruma altına aldığı İsrail’e karşı İran’ın hamleleri onu çileden çıkarır. Halen günümüze kadar intikal eden bu istenmeyen tablo civardaki bütün ülkeleri endişelendirir. İran’ın devrim ihracının göstergesi Hizbullah örgütünün ön Asya’da ki bütün İslam devletlerinde varlığıyla görülür. Hedef İsrail olduğu için ABD en şedit yaptırımlardan kaçmaz.


10 Ocak 2019 Perşembe

AVRUPA BİRLİĞİNİN BÖLGE POLİTİKALARI - Eğitimci Yazar Sıddık DEMİR

AVRUPA BİRLİĞİNİN BÖLGE POLİTİKALARI
                                                                                                                              
 Sıddık DEMİR   
    
      Avrupa birliğini oluşturan devletlerin en önemli politik alanlarından birini bölge politikaları oluşturur. Bunun sebebi birliğe üye devletlerin kendi içinde gelişmişlik ölçeğinin farklılık arz etmesidir. Gerek coğrafi, gerekse siyasi anlamda alt gelişmişlik veya entegrasyon durumuna göre bölge politikası şekillenir. Nihai hedef; sıkıntısız bir üst birlik olmaya çalışan Avrupa birliği ulusçuluktan oluşan problemleri çözmeye çalışır. Mümkün olduğu kadar problemleri aza indirmek, gerek bölgeler arası gerekse ulusal farklılık anlamında önemlidir. Ulusların yönetim şekilleri, kendi iç dengeleri, iktisadi kalkınmışlık farkı ister istemez bölge politikalarının ciddiyetini ortaya koyuyor.
       Özellikle ulusların etnik, kültürel ve inanç bazında olan farklılıklarından doğan bölge politikaları zaruri halde kendini gösterir. Avrupa birliğine göre iki tür devlet şekli vardır. Birincisi üniter devlet, ikincisi federe devlet. Kuruluşundan itibaren ilgi veya eğilim gören anlayış federe devlet olup, bazı üyelerindeki üniter yapı çifte standartları da beraberinde getirmiş görünüyor. Bölge ve bölgeleşme terimlerinin içini doldurmak için geniş katılımlı toplantılar yapılır. Kararlar alınır. Bölgeleşmenin tehlikesi karşısında daha da güçlenileceği ifade edilir. Birlik içinde bölgeciliği mikro ulusalcılık olarak değerlendiren görüşlerde var. Bölgeciliği ayrıştırıcı bulan görüşlerde kendini gösterir. İspanya’nın Katalonya, kuzey İrlanda’nın Bask bölgesi başta olmak üzere ayrılılıkcı bölgeciliğe örnek verilebilir. Veya ulus devlet olan üyelerin kendi içinde burjuva veya taşralı sınıfların oluşturduğu bölgecilik kötü olanıdır denilmektedir.
       Olumlu bölgecilik ulus devletlerin bütünlüğüne zarar verilmediği ölçüde kabul görür. Bugünkü federe devlet Almanya’da bölgeleşme görülür. Ama ülke geleceği için zararlı olmadığı için makbul sayılır. Çünkü orda birbirinden farklı zenginlikte eyaletlerin olması kanıksanmış olup iyi bir örnektir. Farklılık gösteren bu bölgeler genellikle yerinde yönetilirler. Yerel yönetimlerin aşırı güçlenmesi gerek etnik kimlik, gerekse mali veya diğer siyasi potansiyel açısından ayrıştırıcı olabilir. İşte ispanya Katalonya bölgesi, ayrıştırıcı çalışmalarla ayrı bir devlet olarak ortaya çıkma devrelerinden geçti. Avrupa Birliği, üniter devlet olan İspanyayı destekler. Katalonya’nın devlet olmasına geçit vermemiştir. Üst Birlik kararı bu anlamda anti demokrattır. Oysa aynı Avrupa birliği söz konusu Türkiye olunca bölücü talepleri destekler. Türkiye’nin üniter devlet yapısını bozmaya çalışırda ispanya’ya karşı zıt tutum sergiler. Bu bir çifte standart olarak kendini gösterir.
      Bugünkü Avrupa Birliği, üye devletlerinde görünen özerklik eğilimlerinin ayrıcalığa dönüşmesine tahammül göstermez. Fransa’daki karışıklar veya İngiltere’nin İrlanda sorunu görülmez. Bazı anlaşmazlıkların temelindeki dinsel ayrılıklar yeni bir şey değil, otuz yıl savaşlarının bıraktığı mirastır. Bu miras gereği devlet sistemleri oluşmuş olup genelde federaldir. Yani yerinde yönetim. Mesela; Belçika, Almanya, Avusturya, İsviçre federal devletlerdir. Çünkü bu devletlerde siyasal bölgecilik eğilimleri hâkimdir. Ülkemizde bölgecilik olmaması için ispanya gibi üniter devlet sistemi benimsenmiş. Federal sistem, yani yerinde yönetimleri güçlendirici bir uygulamada ayrıcılık güç kazanır.
      Avrupa’yı bütünleştirme çabaları bölge politikalarını gündemde tutmaktadır. Bu politikaları yeniden gündemde tutmanın esas nedenleri şunlar olarak gözükmektedir. Bu politikaların gelişmesi yer veya mekânlardan soyutlanamaz. Üye devletlerin iç bünyelerindeki geri kalmışlığa coğrafi nedenlerin etkisi büyüktür. Olabileceği kadar mekân etkisinin izale edilmesi gayreti bu politikaları oluşturur. Tıpkı bunun gibi iç bünyede yer ve mekândan kaynaklı farklılıklar olduğu gibi üye ülkeler arasın da buna benzer ciddi farklılıklar vardır. Bölge politikaların oluşması bu farklılıklara neşter vurmak içindir. Yine üye devletlerin kendi içinde veya aralarında oluşan mikro ulusçuluk anlayışının gelişimi, üst birlik açısında kontrol altına alınan politikalarını geliştirme çabası, bu devletlerin kendi dinamiklerini göz ardı etmeden bir izolasyona varma politikaları, üst birlik politikalarının hareket noktası olmaktadır. Üye devletlerin kendi içinde farklı kültür, siyasi ve sosyal yapıdan kaynaklanan farklılıkları mutlaka vardır. Belçika, Almanya, Avusturya, İspanya, İtalya ve hatta İngiltere’de olduğu gibi bölgeler homojen bir yapıda değildir. Üye devletler iç bünyelerinde pansuman tedbirler almışlar. Bunun için Kantonlar, Eyaletler veya özerk yönetimler oluşturmuşlardır. İsviçre’de Kanton, Almanya’da Eyalet, İspanya’da özerklik örnek teşkil eder.
       Üye devletlerin içyapılarındaki bölgesel farklılıklar bölgesel idari sistemleri oluşturur. Talep doğrultusunda kurulan özerk yönetimler, onların küçük idare heyetleri, kendi iç yapılarında bağımsız  dışta merkezi federe hükümetine bağlılıkla bu sıkıntıları aşma çalışmaları kendini gösterir. Üst birliği oluşturan üye devletlerin en belirgin çabası, iç yapılarının hemen her alanda homojenlik arz etmesi için verilen mücadeledir. Bunun için birçok komisyonlar kurulmuştur. İşin maddi yönü bu komisyonlar tarafından amaca uygunluğu gözetlenir. Üst üye devletler nezdinde iç bölgeler politikasının uygulanabilirliği takip edilir. Bunun içindir ki üye devletlerden oluşan bağımsız komisyonlar bu işlerin denetimini yapar. Üst birlikçe oluşturulan mali fonların belgeler arası farklılığın giderilmesine katkısı takip edilir. Üye devletin kendi inisiyatifine bırakılmaz. Çünkü az gelişmiş bölgeleri yukarı çekerek gelişmiş bölgelerle açığın kapatılması hedeflenmektedir. Bu işin takibi de elbette üst birlik tarafından oluşturulan ve bağımsızlığı şiar edinmiş komisyonlarca olur.
      Ekonomik ve toplumsal gelişmenin sağlanması hayat ve çalışma şartlarının tezahür eden beklentilerin elbette bir yaptırım gücü olmalıdır. Üst birliğin oluşturduğu mali portre ve oluşturulan birçok komisyona aktarılan fonlar hedeflenen amaca yaklaşma açısında önemli bir kriterdir. Yoksa problemlerin kuru kuruya dile getirilmesi yaptırım ve denetim gücü yoksa kâğıt metinlerde kalır. Üst birliğin bölgeler politikasının amacı ulus devletlerdeki bölücü veya yıkıcı cereyanları teşvik ederek bir anarşi ortamı oluşturmak değil bilakis farklılıkların kendi dünyalarında huzurlu ve özgün yaşama, daha refah ve yüzü gülen insanların yurttaşlık bilinciyle hayat atmosferi oluşturmaktır. İşin ayrıcalık çizgisine taşmaması için emek vermektir. Bütün bu çabalara karşı özerklik anlayışını, ayrı devlete götürmesine şiddetle karşı çıkar. İspanyanın Katolonya bölgesinin devletleşme süreci kabul görmediği gibi.
        
     Maastrich’le başlaşan Amsterdam, Nice ve Lizbon antlaşmaları, esas itibariyle aynı konuları ele alır. Bu antlaşmaların son şekli olan Lizbon sözleşmesi en olgun olanıdır. Anlaşmadaki imza altına alınan maddelerin ya tekrarı veya küçük değişikliklerle yeni bir durummuş gibi imza altına alınmıştır. Ana tema olarak üye devletlerin ilk kademe olarak iç bünyelerine yönelik bölgesel politikaların uygulanabilirliği ve takibi bunun mali boyutu ve oluşturulan bağımsız komisyonlar kanalıyla farklılıkları gidermeye yönelik çalışmalar. İkinci belirgin çaba ise yine bölge politikaları açısında üye devletlerin birbirleri arasındaki farkların giderilmesi hususu. Öyle ya üyelerden bazılarının aşırı zenginliklerinin  (Almanya ve Fransa) yeni üye Çek, Bulgaristan veya Romanya ila bir tutulması. İşte üst birik politikasının ikinci olarak Avrupa birliği bölge politikası olarak bu durum üzerinde durulur.
     Üye devletlerin kendi aralarındaki siyasi ekonomik veya gelişmişlik farkı, Avrupa Birliği Tek Senedinin Avrupa topluluğunun temel hedefi olan ekonomik bütünleşme isteği yanı sıra toplumsal açıdan da güçlendirilmesi, farklılıkların giderilerek İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerle öteki az gelişmiş bölgelerin uyum zorluklarını gidermek amacıyla uyum politikaları geliştirdiği bilinir. Ortak para, zengin üyelerin fonlara aktardıkları, maddi potansiyelin fakir ülkelere aktarımı ile bölgeler politikasına hizmet bir Yunanistan olayında kendini göstermiştir. Ekonomik kriterlerinin sarsıldığı bu ülkeye Üst Birliğin sözcüsü durumunda olan Almanya’nın yardımı son dönem yaşandığı için iyi bir örnektir. Üst Birliğin hedefleri doğrultusunda mevcut aksaklıkların giderilmesi için kendi aralarında bir çok ülkede toplanarak bildiri yayınlarlar. Bu bildirilerin ufuk açıcılığı yanında yaptırım gücü yoktur. Esas olan bu süreçte önem verilen dört antlaşmanın içeriğidir. Bu antlaşmalarla federe devlet prensipleri üstü kapalı yapılanma arz eder. Yani yerinde yönetim bölge politikalarının esas amacı da yerinde yönetimlerin geliştirilmesi.
     Yerinde yönetimin bir aşaması yerel özerkliktir. Sınırlar zorlanırsa bağımsız devlet olmaktır. Bu aşamaya izin verilmediği için yerinde yönetimlerin ulus devlet içinde varlığını demokratik umdelere  uygunluğu açısında destekler. Çünkü yerinde yönetimlerin özerklik şartının temel inancı bu yönetimlerin demokrasinin temel taşları olduğu fikrine dayanır. Avrupa Birliği aşamasında kırmızıçizgi diye bilinen yönetim tarzı böyledir. Bölge yurttaşları yönetime nasıl katkı sağlamak isterse kendi usulüne göre bunu yapması demokratik duruşa uygun olması açısında ideal olandır. Yerel yönetimde kendi içinde seçme, seçilme, parlamento ve başkandan oluşan demokratik müesseselere sahip olmanın yanında bölge hassasiyetine uygun yaşam alanları oluştururlar. Merkezi hükümete onaylattırmak kaydıyla oluşturulan bölgeler komitesi kanalıyla yerel yönetimler denetlenir. Aranılan yerellik, yurttaşlık ortaklık ilkelerine riayet edilmesi gözetlenir.
         Avrupa Birliği bütünleşme çabaları yalnız üye ülkeler değil üyeliğe aday ülkeler açısından da önem taşımaktadır. Onun içindir ki üst birliğin oluşturduğu mali portreden yalnız üye ülkeler değil aday ülkelerde faydalanır. Orta ve doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe hazırlamak için maddi destekleri uygun bulan politikaları vardır. Bulgaristan, Türkiye ve Makedonya gibi.
   Türkiye’nin yönetim yapısı merkezi ve yereldir. Yerel yapılar merkezi odaktan yönlendirilirler. Devlet üniter olduğu için federe bir yapının kademeleri veya karakteri görünmez. AB müktesebatı doğrultusunda atılan adımların bazıları konusunda Türkiye çok zorlanmaktadır. Çünkü bölgeler arası gelişmişlik farkı AB devletlerine göre daha büyük olup açığın kısa sürede kapatılması zordur. 1961 ve 1982 anayasalarına göre merkezi ve yerinde yönetim denilen devlet yapısı değişmemişse de bölge politikaları gereği ciddi adımların atıldığı da görülür. Anayasal anlamında coğrafi ve nüfus anlamında veya kalkınmışlık anlamında bölgeler arası ciddi farklılık olduğu malum. Bu farklılığın giderilmesi çalışmaları AB’nin sıkıştırmasından ziyade doğal ilgi alanı olduğu için Türkiye canına minnet anlayışıyla yaklaşır.
        Problem federe devlet yapısının bir şekilde dayatma anlayışından kaynaklanmasıdır. Yerinde yönetim federe devlete yol açabilme korkusu veya yerel özerklik anlayışının talebi hassasiyet oluşturur. Türkiye AB müktesebatı doğrultusunda birçok toplantılara katılarak alınan kararlara imza atmıştır. Çekincelerine rağmen siyasi taleplere prim vermiş ve halende vermektedir. Lakin bölünme korkusu veya ayrılıkçılık karşısında İspanya’nın Katolanya bölgesindeki gibi aynı muamele ile karşılaşacağına emin olmadığı için işi ağırdan almaktadır. Yerel özerklik talebi hariç diğer alanlarda Avrupa birliği uyum süreci, farkın giderilmesi anlamında çok işe yaramıştır. Belediyelerin görev ve yetkileri güçlenmiş, büyükşehir belediye yapılanması artmış, genel müdürlüğü merkeze bağlı birtakım kurumlar fes edilerek imkânları belediyelere aktarılmış. Yerel yönetimlerin bu anlamda araç-gereç ve mali durumları güçlendirilmiş. Mesela köy hizmetleri genel müdürlüğü fes edilerek imkânları yerel yönetimlere aktarılmıştır. Devlet planlama teşkilatı adı altında yıllardır hizmet veren bir kuruluş kalkınma bakanlığı adı altında yeniden yapılandırılmış olup, yerel yönetimlerin gelişmesi ve bölgeler arası farklılığın azaltılması yönünde irade güçlendirilmiştir. Nüfusu 750 binin üzerindeki otuz il büyük şehre dönüştürülerek yerinde yönetim güçlendirilmiştir. Kırsal kesimin gelişmesi için başta Köydeş olmak üzere bir takım projeler uygulama alanı bulmuştur. AB fonlarıyla desteklenen projeler yerel yönetimlere kullandırılmış olup, halen proje karşılığında bu alanın genişletildiği görülür.
         Dünyada bölgeler arası dengesizliğin olmadığı hiçbir ülke yoktur. Gelişmiş ülkelerde de bu sıkıntı devam eder. Ancak derece farkı vardır. Gelişmekte olan Türkiye’nin bölgeler arası dengesizliği bariz bir açıklıkta devam ediyor. Yasalar oluşturuluyor ama uygulamada sıkıntı doğunca çalışma alanı daralıyor. Bölgeler arası dengesizlikten bahsederken nüfus, ekonomi, toplumsal ve coğrafi olmak üzere dört temel kavramdan yer alan göstergelerden hareketle gelişmişlik farkına el atılmaktadır. Coğrafi olarak yedi bölgeye ayrılan Türkiye’nin her bölgenin kendi içinde olduğu gibi bölgeler arası farklılığı da dikkate alınarak bir takım projeler uygulanmaktadır. Bir güneydoğu Anadolu projesi olan GAP yılların projesiydi. Bölge insanının sıkıntılarına çözüm olma ve farklılığın azaltılmasına büyük katkı sağlar. Bir Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi ve bir Konya Ovası kalkınma projesi bu amaçla gündemde olup aynı hedefleri gözleyen çalışmalardır. AB müktesebatı bu projelerin hızlanmasına katkı sağlamıştır. Türkiye’nin en gelişmiş bölgesi Marmara olup Ege Bölgesi onu takip etmektedir. İç batı Anadolu daha sora gelir. Geri kalmış bölgelerin başında Doğu ve Güneydoğuya ilaveten Doğu Karadeniz ve İç Anadolu’nun doğu tarafıdır. Kamu yatırımlarının az gelişmiş bölgelere kaydırılması gibi kalkınmada konsepti 2000 yıllardan sonra daha da farklılaşarak kendini göstermektedir.
       Türkiye beş yıllık kalkınma planlarıyla bu farklılıklarının azaltılması için kafa yorar. 1963 yılında başlayarak devam eden 10 adet beş yıllık kalkınma planlarıyla çok büyük ilerleme kaydetmiştir. Her biri için süre beş yıl olan 10 devlet kalkınma planı süresince bölgeler arası dengesizliği gidermek için gayret eder. AB denetim makamları her kalkınma planıyla beraber alan araştırmasıyla ilgili yayınladıkları raporlar ortadadır. Bu raporlara göre zafiyetlerin yanında diğer noksanlıkların belirtildiği görülür. Temel amaç ulusal kaynakların en yüksek toplumsal ve ekonomik yararı sağlayacak şekilde geliştirilmesi ve bölgeler arası dengesizliklerin en aza yani minimize edilmesi olduğu gerçeğidir. Bunun içindir ki en son onuncu kalkınma planı uygulanmaktadır.
      AB bu açıdan üyeliğe aday devletlerle ilgili takip politikası gereği sürekli ilerleme raporuyla ilgili mercileri bilgilendirir. Türkiye AB tam üye olma noktasında diğer üye devletlerle aynı kategoride olmaması iki taraflı kaygıların olmasına sebep olmaktadır. Henüz yeni müracaat etmiş bazı AB devletleri müracaat süresi çok yeni olmasına ve bir takım kriterler bakımında Türkiye’den çok geride olmalarına rağmen tam üyeliği hak etmişlerdir. Ancak yaklaşık altmış yıldır üye olmak için az çok mücadele eden, bu anlamda çoktan hak ettiği halde bir türlü üye olamayan Türkiye için oyalama taktiği devam etmektedir. Hakkı olduğu halde haksızlığa uğradığı aşikâr olan bu durum ancak siyaseten yorumlanabilir.
       AB devletlerinin tamamı aynı inançta olan topluluklardır. Tek farklılık arz eden Türkiye, bu faktörden kaynaklanan zorlamalarla karşılaşıyor inancı yabana atılamaz. Gerek kültürel farkı gerekse tarihi temaslar ve coğrafi konumu veya nüfusunun büyüklüğü AB’yi çok düşündürür de sürekli oyalama taktiği bundandır denilebilir. Türkiye bu konuda samimidir. Tam üyelik niyetini batı ile bütünleşme kararlılığını, tam üye olmadan gümrük birliğine girmiş ve bu fiillerin esası olan Ankara anlaşmasını imzalayarak açıkça bunu beyan etmiştir.  Buna rağmen Üyelik süreci çok ağır bir tempoyla devam etmektedir. Müzakere fasıllarının açılmasında yavaş davranılması hatta tam üyelik yerine ayrıcalıklı üye veya stratejik üye gibi yeni bir takım deyimler üretilerek samimiyetsizlik göstergesi devam etmektedir. Türkiye samimi olup AB de de bu samimiyet doğrultusunda karşılık beklemesi hakkıdır denebilir.