Sıddık DEMİR
Ömer Nasuhi BİLMEN’in “Muavazaalı İlmi Kelam” isimli eserinde İslami
İlimleri üçe ayırır. İnançla ve itikatla ilgili olan kısmına Akait, muamelat ve
amelle ilgili olan bölüme Fıkıh, ahlak ve şeriatla ilgili üçüncü kısmını da
Tasavvuf diye sınıflandırır.
Akait ve Fıkıh dairesinin önemli bir
aşaması olan ahlak bir nevi müminleşme şuurunun göstergesidir. Ahlaken
yükselerek manevi mertebelere ulaşmak esas olan hedeftir. Daha çok duygu ve
sezgi yoluyla kamilleşmek murat edilir. Bu sınıftaki insanların toplumu veya
devleti de ona göredir. Aklın putlaştırılması manayı akamete uğratacağı için
onun da bir dünya algısı veya dünya düzeni olacaktır.
Yıllardır
konunun uzmanı birçok kişiye hep sormuşumdur. Bir Oryantalistin “ İslam
dünyasında İmam GAZALİ ve El-EŞARİ olmamış olsalardı, bugün ki bilim
öncülerinden bir KOPERNİK, bir GALİLE veya bir AİŞTAYN mutlaka onlar içinden
çıkabilirdi” tespitini… Velakin ya
bendeniz bu soruyu sormaktan aciz kalmışımdır veya konuya hakim uzmanların
sorumuzdan ne kastettiğimizi kestiremediklerinden olsa gerek cevapları tatmin
edici olmaktan uzak olmuştur.
Metafizik
olguların kabulündeki duygu, ya fizik aleminin unsurlarından yer almaması veya
yetersiz olması, mistik bir mana anlayışının ameliyesinin gelişmesine vesile
olmuş olabilir. İmam GAZALİ’nin de tıpkı MEVLANA gibi akli ürünlerin
tatminsizliğine binaen çıta atlayarak mana aleminde aşka yelken açması itikatta
mezhep kurucusu El -EŞARİ felsefesinin geniş kitleleri etkilemesine yol
açmıştır. Onun içindir ki “Sufi İslam” denilen bir karakter, insanı akli
mücadelede zayıflatmıştır.
Kitabi
bilgilere ulaşarak yaşamanın zorluğu da ortadayken kolaycılığa kaçınılarak öyle
bir inanç algısını yaşamak geniş kesimleri El- EŞARİ’ciliğe yakın gibi
durdurur. Onun içindir ki bahsedilen Oryantalistin tespiti çok yerinde olup
halen en azında bazı manevi algılar için geçerlidir.
Çok
ileri gidilerek aklın hor görülmesi anlayışı da EŞARİ’ciliğin aşırı
zorlanmasından kaynaklanır. İtikatta diğer bir mezhep olan MATURİ’dilik de bu
anlamda Müslümanlar için çok önemli olup aynı EŞARİ’cilik gibi ekolleşmiştir.
Aslında bu İmamlarımız arasında keskin görüş ayrılıkları olmamasına rağmen
ilham alanlar şahsında varmış gibi bu tarzların farkında olmadan yaşatılması
herhalde sağlıklı değildir. Daha çok okuyan, araştıran, yazan, aklını iyi
kullanarak insanlığa rehber olmaya çalışan bir avuç aydınlanma veya üretme
gayretinde olan ULEMA sınıfını ilgilendiren bu konu, saflaşma emaresi gösteren
toplumsal bir olgu olmamış olsa, bu tartışmalar bir avuç toplum önderlerinin
problemi der geçilir.
“Aklını
kullanmayanı pislik içerisinde bırakma” ilahi emri ne yazık ki gelinen nokta
itibariyle Ümmet’in görünen resmi ortadadır. Oryantalistin “İslam aleminde
MATURİDİ’lik veya ilk dönem GAZALİ- MEVLANA felsefesi hakim olsaydı, Hıristiyan
aleminde bir Aiştayn, bir Kopernik veya bir Galile çıkmazdı” gibi bir soruyu da
karşı tespit olarak bizler sorabilirdik. Teknik olarak EŞARİ- MATURİDİ sentezi
olabilir mi bunu işin uzmanlarına bırakmak lazım. Mesele EŞARİ-MATURİDİ
meselesi değil, taraftarlarının küçük farklılıkları sivriltme meselesidir.
Sanki farklı kampların değerleriymiş gibi birbirleri ile kavga yaptırma
meselesidir.
Tıpkı
ikinci bin yılın yenileyicisi olan imam RABBANİ’nin “Vahdeti Şuud” görüşü ile
“Vahdeti Vücud” nazariyesinin üstadı veya kurucusu Şeyhül Ekber Muhittin İbn-ül
ARABİ’nin durumu gibi. Biri diğerinin alternatifi veya muarızı gibi
takipçilerinin oluşturduğu algılara benzer durum. Oysa bu iki mübarek zatların
ortak kaygıları aynı, ancak tatlı nüans farklarıyla birbirlerinin
akledemediklerinin tamamlayıcı bir üslupla oluşturdukları yol veya yordamdır.