28 Ocak 2017 Cumartesi

MUSTAFA SAĞIR VE ABDULKADİR MASHARİPOV BENZERLİĞİ & Sıddık Demir

MUSTAFA SAĞIR VE ABDULKADİR MASHARİPOV
BENZERLİĞİ
     Sıddık Demir
            Milli Mücadele yıllarında İmparatorluğun külleri içerisinde yeni bir Türk Devleti’nin doğuşunu akamete uğratmak için her daim geçer akçe olan metotlara başvuran egemen güçler, bizzat mücadelenin önderi olan Mustafa Kemal’e suikast teşebbüsü için, Mustafa SAGİR adında bir Hintli Müslümanı bu göreve memur kılarlar. Gayeleri her daim bellidir ve aynıdır.
            Dünya siyasetinde asırlardır söz sahibi olan İngilizler, üzerinde güneş batmayan İmparatorluk olarak, dünde bugünde değişmeyen siyaseti ile kaptan köşkünün her daim bir numarasıdır. İdaresi altındaki Hindistan, bağımsızlığından önce İngiltere’nin müstemlekesi altında idi. Her türlü nimetlerini sömürmüş, halende kültürel olarak bu düzene devam etmektedir.
            Mustafa SAGİR, bir Hintli Müslüman ailenin çocuğudur. İngiliz ajan okuluna küçük yaşta alınarak yetiştirilir. Milli Mücadele yıllarında Mustafa SAGİR adındaki bu Hintli Müslüman güya Anadolu’da ki direniş hareketine katkıda bulunmak amacıyla İstanbul’a gelir. İstanbul da o günün şartlarında Anadolu’ya gönüllü insan sevkiyatı yapan “Karakol Cemiyeti” adında gizli bir teşkilat vardır. Mustafa SAGİR’de bu teşkilat yardımı ile uzun bir serüvenden sonra Anadolu’ya geçer. Milli mücadelenin merkezi olan Ankara’ya ulaşması ve Mustafa KEMAL ile görüşmesi çok zor olmaz. Maksadı Milli Mücadele’nin ileri gelenlerinin güvenini kazanacak kadar yakınlarına varıp bir yolunu bularak suikast teşebbüsünde bulunmayı hesap eder.
            Mustafa KEMAL, ilk randevusunda bu adamdan şüphelenir. Kendisinin kontrolünü yapacak olan Mehmet Akif ERSOY’a teslim eder. Bugünkü “Taceddin Dergâhının” üst katında kalan ERSOY, Mustafa SAGİR’i de alt kata yerleştirerek göz hapsine alır. İyi yetiştirilmiş, birden çok lisan bilen Mustafa SAGİR 5-6 ay bu dergâhta ikamet ettirilir. Kendisine gelen şifreli bir mektup, Mehmet Akif tarafından alıkonularak Mustafa KEMAL bilgilendirilir.
            Şüphesinde haklı çıkan Başkomutan gereğini yapar ve bu adamı sorgulatır. İngilizler tarafından kendisine suikast maksadıyla Ankara’ya gönderildiği ortaya çıkar. Ve mahkeme neticesinde idama mahkûm olur. Bütün Orta Asya istihbaratına hâkim İngilizlerin meşhur oyunundan bilinenlerden biridir bu olay.
            Benzeri bir olay ise, son günlerde zuhur etmiş olan REİNA katliamıdır. İngiliz oyununun biraz daha acemice si, ABD istihbaratıyla ilgili üstü kapalı göndermeler gündemde iken Mustafa Sağır olayına benzerliği gözden kaçmaz. Yeni metot, yeni tarz, hak getire. Usta çırak benzetmesine benzer bu olayla tarih tekerrür etmektedir. REİNA katliamcısı da en az Mustafa SAGİR kadar Müslüman, üstelik bir Özbek Türkü. Devşirildiği yer Afganistan.
            ABD istihbaratı Rusların bölgeden çekilmesi ile oraya yerleşen ve adeta tek istihbarat teşkilatı olarak aktif halde bulunduğu beyan ediliyor.  Abdulkadir MASHARİPOV adındaki bu Özbek genci daha on yedisinde iken kafeslenir. DEAŞ ya da TALİBAN içerisinde lüzumlu olan eğitim verildikten sonra İran üzerinden Türkiye’ye ulaştırılır. Uyuyan hücrelerde uzun bir zaman tutulduktan sonra düğmeye basılır ve netice de REİNA katliamı zuhur eder.
            ABD ve İran’ın bu bölgede yıldızı parlayan Türkiye ve O’nu yöneten devlet adamlarına meydan okumak için bu anlamda güçlü mesajlar verdiği bilinmektedir. Bunun için bu iki devlet, birbirleriyle dalaşsalar dahi söz konusu Türkiye olunca ittifak ettikleri kanaat yüksektir. İsterler ki Türk Ordusu El-Bab’ dan çekilsin. El-Bab, bu anlamda işin stratejik kilit noktasıdır. Barışta elinin güçlü olması Türkiye için El-Bab’ın temizlenmesine bağlıdır. Bilahare MÜNBİÇ ve akabinde doğal olarak AFRİN…
            Bu konuda niyetini bütün dünyaya ilan eden bir devlet adamlığı kadrosu var. Hintli Müslüman Mustafa ve Özbek Abdulkadir’in eylemleri aynı amaç içindir. Birinde kuruluşta ki moral değerlerini yıkarak akamete uğratmak, ikincisin de de aynı amaçla örtüşen tezgâh. Devletimize diz çöktürmeyi hedefleyerek zayıflatmak. Moral değerlerimizi dibe vurdurmak. Bu konuda kararlı irade sahiplerini bertaraf ederek müstemleke siyasetçiler ile yollarına devam etmek.
            Ancak, oyunlar çok klasik olduğu için özgürlüğüne düşkün bu Milletin kurum ve kuruluşları artık işin farkındadır. Oyunları görüyor ve ona göre tedbir alıyor. Ayakta durduğu gibi iyi bir oyuncu artık. Bu, kopan bir fırtına gibidir artık. Yanında olan kazanır. Beyhude oyunların uzun zamanda etkisi muhaldir.

17 Ocak 2017 Salı

SOSYAL BİLİMLER & Sıddık Demir

SOSYAL BİLİMLER
                                                 Sıddık Demir
            Müstemleke eğitimcilerin hoşnut olmadığı bir eğitim anlayışı önceleri Sosyal Bilimler Lisesi olarak büyük şehirlerde kendini gösterdi. İkibinli yılların başlangıcında bu liselerimizin açılışları gerçekleşti. Sayıları on iki, on üç civarındaydı. Fen Liseleri ise çok önceleri hayata geçirilen projelerdi. Ülkenin kalkınmasında Fen kafaların öne çıkarılması ve gelişen teknolojilerin bu kafalarla takibi yapılarak muasır medeniyetler seviyesi yarışında Ülkeye hizmet eden ilim adamlarının sayısını artırmaktı amaç. Nitekim bu amaca çoktan ulaşılmıştı velakin ters gidende bir şey vardı.
            Çok zeki gençlerin bu alanlara yönlendirilmesi, getirisi itibari ile gereğinden fazla itibar edilmesi ve alt yapı oluşturulması bir nevi müstemleke anlayışa da hizmet gayesi taşıyordu. Üstün zekâlı gençler ilgi ve iltifatla beraber dünyevilik ikbalin bu alanda olduklarını gördükleri için sosyal alanlara itibar edemezlerdi. Tepede yönlendirme anlayışı açısından seçeneklerinin oluşması beklenemezdi. Hadi diyelim ki Fen alanları bir Milletin hayatında çok önemli olduğu için böyle bir yönlendirme normaldi.  Ya silahlı kuvvetlerin Subay kadroları için üstün zekâlı çocuklara aşırı ihtiyaç duymasının sebebini nasıl izah edebiliriz. Askerlik gerekirse Milleti için canını verme görevidir ve onun için Subay olunur. Vazifesi Milletini fiili saldırılardan korumaktır. Onun için eğitim alır, onun için maaş alır. Yoksa paşa paşa caka atarak yaşamak değildir.
            Öyle ise her an tehlike riski taşıyan bir kurumun üstün zekâlı insanlardan oluşan kadrolaşması doğru mu? Çanakkale de verilen savaşın bedeli çok ağır olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ekalliyet sınıfı çocuklarını yurt dışına kaçırarak korudukları için yüksek tahsil çağındaki genç ve zeki Türk çocukları gök girmiş ekin gibi orada biçildiler. Çanakkale de şehit olan o kuşağın yeri uzun zaman doldurulamadı. Ekalliyet sınıfı savaş alanlarından kaçırarak tahsillerini tamamlayan nesillerini adam yokluğunda Devletli yaptılar. Sıkıntısını neredeyse bir asra yakın gördüğümüz yapılanmanın temeli bu azınlık tarafından taa o zaman atılmıştı.
            Devleti ele geçiren, kendi değer yargılarına göre teamüller koyan o kadrolar asli unsurla sürekli savaştılar. Bu savaş Çanakkalelerden çok büyüktü. Etkisi halen ihtilaller ile devam eden savaş. Bu Milleti bir türlü kendine getiremeyen savaş. Zihniyet savaşları. Böyle bir savaştan medet uman ekalliyet ve bağlantıları bu ülkedeki üstün zekâlı gençlerin sosyal ilimlere yönelmesini hep engelledi.
            Sosyal bilimler karakteri icabı her türlü seçenekleri gören ve görmeye çalışan bir sorumluluk yükler insana, tedbirlere çağrışım yaptırır, sürekli alarm halindedir. Çünkü tasarımcıdır. Sorumlu durumdaki bu kadrolar mensubiyet duyduğu Milleti kurttan kuştan korur. Hatta Ülke kalkınmasında çok önemli yeri olan Fen alanlarında çalışan üstün zekâlı fencileri de sevk ve idare noktasında planlar ve korur. Emperyalist istek ve arzulara karşı onların diri ve uyanık olmaları yönünde tasarımlara imza atmaları vazifeleri dâhilindedir. Eğitimi müstemlekeciliklerden çıkarır. Milli dinamiklerimizin sömürülmesine müsaade etmez. Sosyal ilimlerin itibar gördüğü Milletler daha az sömürülmeye müsait olurlar.
            Bu anlamda demek isteriz ki;
            Yakın zamanda ‘Sosyal Bilimler’ adı altında açılan lise dengi okullara ilaveten bugün Başkentin tam ortasında, Ulus meydanında, Sosyal Bilimler Üniversitesi binaları ve müştemilatı eğitime hazır açılmayı beklemektedir.  Bu proje öyle böyle bir üniversite değil, müthiş bir eğitim devrimidir. Yıllardır birçok Üniversitenin Fen Fakülteleri vardır, çok ağır ve köklü eğitim almaktadırlar. Bu okul mezunlarının bir kısmı beyin göçü gereği başka ileri Ülkelerin coğrafyalarına bu anlamda savrulmak mecburiyetinde kalırlar. Bu anlayışın adıdır müstemleke eğitim.
            Sosyal Bilimler Üniversitesi ile bu kalelerinin fethi şu an itibari ile görülüyor. Ülkenin daha bağımsız, daha yerli olmasının göstergesidir bu. Bundan böyle umulur ki, üstün zekâlı gençlerimizin bir kısmı bu kurumlara yönelir. Sosyal Bilimlerle yetişmiş bu kadrolar Ülke yönetiminde haklı olarak yer alırlarsa müstemleke eğitim ile yetişen kadroların işgal ettiği yerleri onlar alır ve bilahare Devletin istikbalinde milli ve yerli imzaları atarlar.
            Sözün özü;
            Fen alanları ile iştigali olanların sömürülmeye daha müsait olduğu halde, Sosyal İlimler ile kendini geliştiren kadroların bu anlamda sömürüye karşı duruşunun daha fazla olması aldıkları eğitimin karakteri ile alakalıdır. Yıllar vardır ki liselerden bir yükseköğrenime geçiş için üsttün zekâlı nesillerin Fen alanlarına kaydırıldığı bir gerçektir. Liselerde ki haylaz ve daha az zeki çocukların sosyal basamaklarda çakılması ve ikinci sınıf muamele görmeleri Sosyal Bilimlerin değerini göstermekte idi. İşte Devlet bu boşluğu doldurmak maksadı ile sessiz sedasız Üniversiteleşme projesi ile noktayı koymuştur.
Hayırlı uğurlu olur inşallah.  

7 Ocak 2017 Cumartesi

“HAS KUL” FAYTONCU MEHMET EFENDİ & Eğitimci, Araştırmacı - Yazar, Sıddık DEMİR

“HAS KUL” FAYTONCU MEHMET EFENDİ
       Sıddık DEMİR
            İkinci Abdülhamit Hazretlerinin sadaret makamında bulunduğu yıllar…
İstihbarat savaşlarının yapıldığı soğuk anlar…
Koca İmparatorluğa diz çöktürmeyi başarmış ancak diz çökmüş Devletin devasa politik liderinin hemen her alanda direnmesine gücü yetmeyen leş kargaları ülkenin tepesinde adeta güneşi bile kapatacak şekilde karabasan gibi bir çaba içinde mücadele ederler.
Gayeleri  bitirici darbeyi  indirmek.
Buna rağmen;
            “Has Kul” denilen faytoncu Mehmet Efendi Rus sefaretinin önünde faytonculuğa devam eder. Durak yeri hep orasıdır. Dönemin en önemli ulaşım aracı faytondur. Bilen bilir. Günümüzdeki gibi motorlu taşıt yok. Fayton durağını günümüzde taksi durağı olarak düşününüz. Yıllardır sefaretin önünde faytonculuk yapan Mehmet Efendiye emir gelir, gereğini yap diye. O gün Mehmet Efendi faytonuna aldığı Rus sefirinin sakin bir güzergâhta işini bitirir. Adli bir vaka imiş gibi yargılanır. Ve Anadolu’daki bir vilayete cezasını çekmek için gönderilir.
            Ancak Mehmet Efendi daha yolda iken varacağı yerin mülki amirliğine gizli talimat çoktan varmış bile. Talimatta “Gelen Mehmet Efendi benim Has Kulum ’dur. Gerekenleri benim adıma yapasın. Bilahare evladı ayanını da yanına aldırarak Krallar gibi yaşatasın” emri Devlet adına hayat bulur. Altında ki imza Sultan Abdülhamit.
            Eski ve yeni Türkiye denildiği için bu anekdotla giriş yaptım. Eski Türkiye’de, İstanbul’da Kıbrıs davası ile ilgili çok büyük bir nümayiş tertip edilir. Milli Türk Talebe Birliği önderliğindeki bu nümayişe on binlerce insan katılır. Cağaloğlu nümayişin merkezi olup Şişli ve Taksim arası adeta İnsan seli görünümündedir. MTTB Başkanı Rasim Cinisli başta olmak üzere meşhur pop sanatçısı Tarkan Tevetoğlu’nun dedesi Dr. Fethi Tevetoğlu, Hasan Korkmazcan, Faruk Sükan, Prof. Recep Doksat  Prof Ayhan Songar’ın da aralarında olduğu bu nümayişi dağıtmak için ezik Türkiye’nin ezik bürokratları zor kullanırlar.
            Nümayişin sebebi;
            Kıbrıs davası ve ora da yaşayan Türklere yönelik Yunanistan destekli EOK’cı vahşet sürülerine karşı protesto mahiyeti arz etmektedir. Bundan rahatsız olan dönemin İnönü Hükümeti nümayişçilerden ileri gelenleri yakalatarak askeri cemseler le doğru Selimiye Kışlasına götürtür. Yalnız kışlaya varmadan cemse de atlayarak kaçanlara asker göz yumar. Tekrar belirtelim o günün hükümeti değil, olaya müdahale eden askerin göz yumduğu için elebaşların ezici çoğunluğu kaçar. Ancak saf bir iki kişi ile beraber bizim istikbalin Avukatı Galip ERDEM ağabeyimiz kaçmaz.
            Diğer bir iki kişi bilinmez ama bizim Galip ağabeyimiz Abdülhamit’in “HAS KUL” hikâyesini bildiği için kendisine değil de kaçanlara acır. Ona göre “merkeze varıp bir sıcak çay, bir sıcak çorba içilerek iltifatlarla gönderilmek varken, kaçmak için çaba sarf etmek niçin” der kendi kendine. Yanılır.  O Galip ERDEM ağabeyimiz (merhum) 69 kilo olarak vardığı kışlada tam üç ay sonunda 39 kilo olarak çıkarak hayatına devam eder.  İşte eski Türkiye.
            Yeni Türkiye’de ekalliyetlerin veya onların hamisi güçlerin, aynı geleneği devam ettirmeleri arzu ediliyor.  Barbaros Şansal denilen kan emici sülüklerin temsil ettiği kalıntılarda bu tavırlar görülüyor. Hakaret et yanına kalsın, her türlü edepsizliği yap yanına kalsın, Devlet’e ihanet et, Milletin mukaddeslerini hor gör hep yanına kalsın. Bu alışkanlıklara artık yer olmadığı işaretleri görülüyor. Ülkemiz üzerinde vesayeti alışkanlık haline getiren bütün güçlere karşı Devletin dik durması ve boyun eğmemesi bütün çıplağı ile kendini gösteriyor. Ülkenin asıl sahipleri nezdinde bu duruş itibar görüyor. Bu tavırlarda kamu vicdanı kendini buluyor. Nihayet kamu, hedefine uygun yönetim kadrolarının organize li olmasını büyük bir bahtiyarlıkla seyrediyor. Onu ikna ederek onun beklentisi doğrultusundaki her türlü eyleme O hayatını koyuyor. Ne yaparsan yap, ama asli unsuru memnun edecek şekilde yap. İşin odağında onun olduğunu unutma.
            Barbaros Şansal iti şahsında, daha bir o kadar” it milleti” var ki bunlara bu Ülke ’de bu şekilde yaşama hakkı bundan böyle verilmemelidir. Vatandaşımız bu konularda her daim hassastır. Ama Devlet’ten korkuyorlardı şimdiye kadar. Bayrağı indirene tepki koyduğu için dünkü Türkiye’de hürriyetlerinden olduğuna dair benzeri çok hikâyeler bilinir.
            Başka münferit örnekler de çoktur. Mesela bir de kendi yöremizden verelim. Keçiören eski Belediye Başkanı Turgut Altınok’un bir A takımı vardı. Keçiören’lilerin menfaatine park, bahçe, Pazar ve sokaklarda mütedeyyin insanlara karşı rahatsızlık verenlerin tepesine organize edilmiş bir ekiple binerek olumsuzlukları ortadan kaldırırdı. Halen Keçiören halkı bu güzel uygulamayı unutmaz. Onun içindir ki partisinin değil de kendi gücü ile üç dönem başkan olmuştur. Halktan yana uygulamalara, halkın beklentisi yönünde atılan adımlara bu halk hep prim verir ve vermektedir.
            Ondandır ki bu Yönetim, böyle politikalarla Ülke gündeminde uzun süre kalmaktadır. Dün “Kızıl Orduyu karşımıza mı alalım” diyen liderler bugün yoktur. Gerekirse “Dünyayı bile karşımıza almalıyız” anlayışı bile Dünyanın hizaya geldiğini bugün itibariyle göstermektedir. İşte ABD siz orta doğu. İşte Avrupa birliği olmadan ve karşımızdayken oyun dışı kalma durumu, Irak’ın çark etmesi, PKK’nın Sincar’dan çekileceğiz demesi hep bu iradenin sonucudur. Siyaset, feraset, güç ve sağlam irade olduğu müddetçe, içte ekalliyetler, dışta sahipleri kuduracaktır. Nitekim modacı Şansal’ın kudurduğu gibi.
            Maya tutmuştur Elhamdülillah. Birçok milli olan aydınların bile Devlet’in böyle roller üstleneceğini tahmin edemezlerdi herhalde. Sultan ABDÜLHAMİT’in siyasetine dönüş, Cumhuriyetin ilk döneminden iki binli yıllara kadar süren ezik siyasetten uzaklaşış, devam eder inşallah. Yaşasın Türk Milleti ve onun bugün ki lokomotif unsurları.