SAMİMİ
BİR GÖNÜL ADAMI
Sıddık DEMİR
Tad’lar ve Yad’lar
dersadete kona gelir.
Ya sedaret ya vezaret
uma gelir.
Oğuzlar ise Han’ı
görmeye gelir.
Ya malın ya canın
vermeye gelir.
Y. Sultan Selim
Kuruluşunda alın teri olmayan “Tad ve
Yad” lar, ortaya çıkan oluşum da hiç te hak etmedikleri halde mal ve idari görev almak
isterler.Ve ekseriyetle muvaffak olurlar. Alın teri akıtan insanlar, fitri
özelliklerinden dolayı yönetme ve mal edinme hırsı “Tad ve Yad”lar kadar nimet
olarak takdir edilemediğinden kurdukları oluşumların yönetimini veya
nimetlerini bir tepki içinde adeta sunarlar.Bu şekilde iktidar olan “Tad ve
Yad”lar iktidarlarının ömrünü uzatmak için
zamanla zulümlere varan uyğulamalara başvurur. Hatta asli unsurun ne oluyor demesine kalmadan onların sert tedbirleri karşısında
belleri kırılır. Netice itibariyle kendi işlerine kapanır ve diş gıcırdatmaları,
karın sancıları şiddetini arttırarak devam eder. Hemen her alan da sindirime tutulan mevziler iktidarlarının gücüyle varlığını korur.
Hünkar Yavuz Sultan Selim’in şiirinde
ifadesini bulan, bir bakışla yüksek asalet, bir bakışla ise büyük zafiyet olan
duruş Türk milletinin kronik problemi olmuştur hep. “Bahtı kara maderini”
kurtardıktan sonra yönetme kabiliyetini hemen her katmanda hakkıyla yerine
getiremeyen ana kütle, bu alanda yapılanmayı “Tad ve Yad’lara bırakmanın
sıkıntısını iliklerine kadar
hissetmelerine rağmen, tarihi sürekli tekerrür ettirme gibi kronik zaafiyetine
karşı tetbir almayı hep savsaklamışdır.
“Tad ve Yad”lar devlet olduktan sonra kendi
hakimiyetlerini sürdürebilmeleri için her türlü tedbire başvururlar. Gerekirse
zor kullanırlar. Kendi kimlikleriyle ortaya çıkamadıkları için dikte ettikleri
tarz bir kesim de taraf ta bulur. Hakimiyetlerinin devamı yönünde engel
gördükleri bilim adamları, siyasetçi, bürokrat demeden bir şekilde ortadan
kaldırarak geniş kesimlere korku salarlar.
Müslümanların
İktidarı;
Hz.Peygamber bir savaş sonrasında ganimet
dağıtırken bedevinin biri yüksek sesle “Haksızlık yapıyorsun.” diye uyarır. Bu
hitap tarzının saygısızca olduğunun farkındalığı dikkate alınmamak üzereyken
aynı kişiden tekrar aynı hitap duyulur. Hz. Peygamber “Ben Allah’ın Resülüyüm. Haksızlık
yapmıyorum. Haksızlık yapıldığını da nereden çıkardınız.” cevabı üzere
sözkonusu olan zat benzeri kelimeler kullanarak meclis dışına
yönelir.
Peygamber üzülmüştür. Dilinden ve
görüntüsünden bunu belli eder. Olaya şahit olan sahabeden biri: “Efendim istersen
bu saygısız kişinin haddini bildireyim.” diyerek kılıcını çeker. Peygamber:
“Hayır kardeşim, ben ‘Peygamber müslümanları öldürtüyor’ dedirtmem.” der.
Erbakan-Çiller hükümetinin kuruluş
aşamasında Muhsin bey ve arkadaşlarının desteği olmadan hükümet olunamayacağı
için sıkı görüşmeler esnasında Tansu Hanım, Muhsin beylerin desteğine inandığı
halde, Erbakan Hoca inanmaz.
Endişesini gidermek için sayın Abdullah
Gül, mecliste Muhsin beyin ekibi ile bizzat bir daha görüşür. Erbakan Hocanın
kendi grubunda “Bunları iyi bilirim, bunlar müslümanların, iktidarına destek
vermez.” dediğinden bizzat Muhsin bey ve arkadaşları haberdar olur.
Ve Muhsin bey Peygamberi bir söylem ve Peygamberi
bir endişeyle meclis kürsüsünde destek verdiğini deklere ederken “Biz hiç
kimseye Muhsin Bey ve arkadaşları müslümanların iktidarını engelledi
dedirtmeyiz.” sözüyle konuşmasını tamamlar. O an Erbakan’ın yüzü görülmeye değermiydi bilemem…
Sıkıntımı Allah Biliyor
-Elbet Bir Çare-
Rahmetli Muhsin beye genel merkez aylık
giderlerin ödenmesi zamanının son günü olduğu sorumlu kişilerce beyan edilir. Genel
merkez personel giderleri dışında zorunlu, mutad ödemelerin gecikirse bedelinin
daha fazla olacağı bilinmektedir.
Ödenmesi gereken para onbeş bin lira ve
kasada beş bin lira var. Aradaki açık tam olarak on bin lira…Sağa sola
telefonlar edilir, imkansız bulunamaz.Yetkili kişiler, tekrar makama çıkarak
çaresizliklerini beyan ederken merhum Muhsin Başkan gayet sakin bir şekilde
onların sözlerini keserek: “Arkadaşlar
sıkıntımızı Allah bilmiyormu, niçin yes’e düşüyorsunuz sıkmayın canınızı, siz
üzerinize düşeni yaptınız , gerisi O’na ait. Malı mülkü mü yok, isterse birini
gönderir. Sabredin.” der. Arkadaşları bu teselliyle huzurdan ayrılır.
Muhsin Başkana muhabbeti olan bir iş adamı
o gün iş yerine gelir. Hiç bir problemi yokken ruhsal anlamda kendini çok kötü
hisseder. Ne kadar kendini işine verse de bir türlü vuzufa kavuşamaz. “Şöyle
bir dışarı çıkayım, biraz temiz hava alıp bir iki arkadaşı ziyaret edeyim,
belki iyi gelir.” diyerek kendini sokağa atar. BBP’nin yanından geçerken Murhum
Başkanı görmek içinden gelir.Tam kapıdan içeri girerken “Gelmişken birazda
yardım edeyim.” diyerek ayak üstü tedarik ettiği zarfın içine bir miktar para
kor. Başkan yerindedir. Hoş beşten sonra zarf “Çam sakızı, çoban armağanı”
denerek masaya konur.
Rahmetli Başkan zarfa elini
sürmeden ilgili arkadaşını çağırır. Zarfın onlar tarafından açılmasını ister ve
öylede olur. Zarfın içinden ihtiyaçları olan onbin lira çıkar. Muhsin Başkan: -“Demedim mi, her zaman bir çare
olur. Çünkü çaresizlerin çaresi, çareyi bir şekilde yaratır. Yeterki vazifeni
yap gerisini ona bırak. Biz seferle yükümlüyüz, zafer O’na ait.” der.
Bilinmeyen mesaj:
Bilinmeyen mesaj:
Kızılay’da
Ziraat Bankası şubesi önünde içinde eşi olduğu halde şoförlüğünü kendisinin
yaptığı arabayı durdurur. Hızla iner ve bankaya elinde telefonu olduğu halde
girer. Tanıyan bir memura “Şu telefondaki mesajı oku gönderilen yer ile temas
kur ve-cebindeki paranın tamamını çıkararak- şunu da havale ederek bana hemen
bilgi ver” der ve davetli olduğu düğüne gider. Banka personeli olan memur
mesajdaki telefona ulaşır. Karşısına Cerrahpaşa Hastahanesinde görevli hemşire
bir hanım çıkar. Hastahane de aylardır hasta olarak yatan bir kimsesiz
garibanın, kendisinden rica ettiği için bu mesajı gönderdiği bilgisini alır ve adına
havale yapılır.
O bir gönül
adamıydı:
Siyasette
başarı sağlayamadı. Çünkü dürüst bir insandı. Yakın arkadaşı İsmet Gür
kendisine defalarca “Başkanım ya dürüstlüğü bırak yada siyaseti” dediğini
kendiside gülerek anlatırdı bazı meclislerde. Ben inşallah dürüst siyasetçi
olacağım derdi ki öyle de oldu. Devam edebilirmiydi… Bugünün şartlarında
olmadı. “Yıldızları da süpürürler” sözünü Shakespeare böyle vakalar için söylemişti
herhalde.
Tarihde Rahmetli Raşkanın acı sonu gibi sonlar
çok olmuştur. Bir daha dönmemek üzere çok yıldızlar süpürülmüştür tarihin
derinliklerine. Çoğu zaman “Tad’lar ve Yad’lar” tarafından, bazen de aynı
kandan aynı candan insanlar tarafından… Rahmetli Başkanın Tad’lar ve Yad’lar
tarafından tarhin derinliklerine tıpkı Merhum Menderes gibi süpürüldüğü şüphesi
ortada dır.
Özellikle
Türk tarihinde buna benzer olaylar çoktur. Biri çok daha manidardır.
II- Beyazit
ile Cem Sultan’ın serüveni gibi. Devlet olan Beyazit Sultan ile kardeşi Cem arasında geçen
duygusallıklar. Devleti ebed müddet için verilen karar ve çaresizlik içinde
esaret. II Beyazit, devletin düşmanları taradından esir edilmiş, kendisine
karşı kullanılan kardeşi Cem Sultan’a şöyle seslenir;
Koklama
nadan elinde gül
Al eline
suseni
Geçme
namert köprüsünde
Ko apartsın
su seni; Çiçeklerin padişahı gülü düşman elinden koklamaktansa eline
bir kırçiçeği alda onu kokla, düşmandan destek alarak padişah olmayı amaç
ediniyorsan öyle yapmaktansa kendini suya ver öl git daha iyi demek ister. Cem
Sultan ise;
Nice kim
gözlerim ol
Gözleri
fettan uyumaz
Gerçek imiş
bu mesel
Fitne-i
devran uyumaz; ifadesiyle cevap verir.
Ne kadar
uynaık olursan ol düşman daha uyanık olur. Bu hep gerçektir. Onun için fitne
karşısında uyanık olmak lazımmış. Belli bir noktadan sonra istensede gidişatı
durduramaz insan mealinde söyler.
Nitekim Has
Kul Mustafa efendi, ağabey Beyazit tarafından Venediklerin merkezine kadar
sokulur. İyi bir berber olduğundan Mustafa efendi Cem Sultanın özel güvenini
kazanır. Berber Mustafa efendi iz bırakmadan hergün bıçağına sürdüğü baldıran
zehiri ile Cem Sultanı tıraş ederek yavaş yavaş öldürür. Yani berberi, celladı
olur. Öyle bir cellad ki aman Allah’ım mükafatı çok büyüktür. Görevini başarılı
bir şekilde yerine getiren Mustafa efendi kendi kanından canından birini
öldürdüğü için bürokraside yıldızı parlar ve gün gelir Sadrazam olur. Mustafa
efendi koca Mustafa Paşa olur. Halen İstanbulda adı bir semtle anılır durur.
Kaderin
cilvesi bu, bir şekilde yıldızlar böylece tarihin derinliklerine süpürülür.
-Milli
birlik komitesi üyesi Ahmet Er ağabey, Mamak ta ikamet eden Ahmet KAYHAN
hz.lerini ziyaret için kapısını çalar.Kapıyı açan kişi Hazretin hasta olduğunu
söylemesine rağmen aldırış etmeden içeri dalar. Huzuruna varınca Ahmet Kayhan dede “Ben Muhsine kırıldım. Senin önün
sıra oda ziyaretime gelmiş, kapıyı açan evladımız hasta olduğumuzu söyleyince gerisin geriye gitmiştirde ondan, oysa oda
senin gibi davranarak görüşmeden gitmeyebilirdi”. dediğini söyler.
-Ahmet ER
agabeyin hasta olduğu Manisa –Akhisara
ziyaretine gitmek için, için de benimde bulunduğum bir minübise yedi
kişiye ilaveten rahmetli Yazıcıoğluda
iştirak ettiler.Yol uzun zaman kısa fazla luzumsuz oyalanma olmadan yol
üzeri ek ziyaretlerin kısa tutulması kararını kendisi açıkladı. Hatta yol üzeri
mecburi ihtiyaçlar için bile pratik olmamız gerekiyordu. İkindi namazımızı eda
etmek için durmadan önce kendisi bizzat seferi olduğumuzu, iki rekat dan sonra
hemen arabadan yerimizi almamız gerektiğini bir daha açıkladı. Kendisi abdesli
olduğu için arabamız durur durmaz hemen mescide yöneldi. Ben ve abdesti olmayan
birkaç kişi süratle silahlanarak mescide girdik. Gecikmeli olarak mescide giren
bizler dahi görevimizi tamamlayıp dışarı çıktığımız halde kendisi en sonuncu
olarak cıkınca gözü ve kulağı kendisinin bu halini şaka yollu çekiştiren
bizlere takılmış olmalı ki çok samimi bir şekilde “Ne yapayım arkadaşlar,
sünneti dahi tarkedemiyorum,dayanamadığım için sizleri uyarmama rağmen ben yine
de namazı sünneti ile beraber kılmak zorunda oldum”dediğine ve bu konuda
samimiyetine hayran oldum.
-Memleket sathını görevi gereği gezerken,
mecburi protokollerden sonra o bölğenin sayğın insanlarını ziyaret ederek hayır
dua almadan dönmeyi büyük bir noksanlık olarak nitelerdi. Onun bu özelliğini
yakın uzak bilmeyen neredeyse yok gibidir.
Parti
faaliyetleri için Yozgata gidilir.Gerekli görevler yerine getirildikten sonra,
Yozgatın ulu insanlarından Ahmet efendi hz.leri ni ziyaret etmek ister. Zaman
birinci körfez hareketinin bittigi haftalara raslamaktadır. Ahmet efendi çok
ilerlemiş yaşına rağmen sağlığı yerinde, ancak Profösör ünvanlı oğlu hizmetinde
bulunmak maksadıyla sürekli yanında bulunmaktadır. Rammetli Muhsin başkan ve
arkadaşları haberli olarak evine varırlar. Ancak Ahmet efendi bir Genel
başkanın yanında vekilleriyle beraber kendisini ziyaret etmesine hiç önem
vermezmişcesine, yatağında bir türlü doğrularak hoş geldiniz dahi demez. Bir
ara kafasını hafifce kaldırarak “Namaz kılıyorlarmı, namaz” der ve kafasını
tekrar yastığına kor.
Muhsin başkan ve arkadaşları nı oğlu
geçirmek için avluya çıkardığı an, içlerinden birinin samimi olarak tanıştığı
Kırıkkaleli bir meczupun kapıdan içeri girdiği görülür. Meczupla önce den
tanışmışlığı olan kişi “Ne o deli, buradan
ne işin var” diye meczup olarak bilinen kişiye laf atar. Ziyaretcilerin hoşnut olmadan dışarı çıktığını
anlayan meczup kişi “Olmaz öyle şey, peşim sıra gelin bakalım nasıl misafir
karşılanırmış bir daha görelim” diyerek tekrar Muhsin başkan ve arkadaşlarını
peşine takarak içeri girer. Deli denilen adam tekmeyle kapıya vurarak içeri
“Kalk ulan Ahmet efendi, koskoca devletliler
ayağına kadar gelmişlerde sen böyle yatarsın haa, sen degilmiydin masum
cocukların, kadınların, günahsız insanların zarar görmemesi için füzelerle
mücadele ederek günler geçiren. Çok mübarek tasarruflarda bulundun. Şu an mı hasta muamelesi yapılsın istiyorsun”dediği
vakit Ahmet efendi kendisinden beklenmedik bir hızla parmağını ağzına götürerek
“Sus lan deli sus da sırrımız ifşa olmasın” diyerek yatağında doğrulur ve amaç
hasıl olur.
Tekrar dışarı ziyaretçileri geçiren
Profösör olan oğlu Muhsin başkan ve arkadaşlarına meczup görünen kişiyi
tamamlar mahiyette “Başkanım normalde babamın elbisesini ay da bir olarak
değiştiririm. Ama körfez savaşı süresince bazen hergün bazı hallerde iki günde
bir değiştirmek mecburiyetinde kaldımda buna bir mana veremiyordum. Öyle ki
değiştirdiğim elbiseleri normal olarak kirlenme yerine, petrol ve petrol
ürünleriyle kirlenmiş görürde kendisine dahi soramazdım. Şu Allahın işine bakın
ki sizler sayesinde bende bu sırrı öğrenmiş oldum”diyerek Muhsin başkanı
uğurlar.
***
-Bir kar tanesi olsam Mekke’ye düşerdim.-Musin Yazıcıoğlu
-Yiğidi gül ağlatır gam öldürür- Ömer Lütfü Mete
-Millete çevrilen namluya selam durmam-Muhsin Yazıcıoğlu
-Anlarsa uzağım yakındadır, anlamazsa yakınım uzağımdır.—İsmail
Fakirullah
-Bazen yıldızlarda süpürülürler. – William Shakespeare
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder