BAŞARI STATÜKODAN DEĞİL
DEĞİŞİMDENDİR
Hani
derler ya ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’ İnsan ve onun çevresindeki
her şey kendisiyle beraber değişmeye müsait yaratılmıştır. Değişmemek veya
değişmediğini iddia etmek fıtri değildir. Zaman karşısında tutunabilmek,
yaratılan hiçbir objenin karı değildir. Zaman akarken bir şeyleri öğütür un gibi,
ama bir şeylerin oluşmasına da vesile olur.
Bu
döngüye karşı durmak veya durduğunu zannetmek abeste iştigaldir.
Öyleyse;
Bu
anlamda fikirlerde, mekânlarda, cemiyetlerde, bireysel anlamda liderlerde
değişir ve değişmelidir. Bu hal ‘Değişimin’ tek değişmeyen gerçek olduğuna
inanan insanın olgunlaşmasına katkı sağlar.
Kamilleşmek istemeyen bir insan düşünülemez. Ama teoride böyle, oysa kör
kütük betonlaşmış bir iradeye hizmet eden irade sahipleri, değişimin
değişmeyeceğini, donmuş bir buz kalıbı gibi tasavvur edilebileceğini
söylercesine bu anlayıştan istifade edemezler.
Edebiyatlarında
‘Biz böyle gördük, böyle bilir, böyle yaşarız’ söylemleriyle ne kadar delikanlı
olduklarıyla övünürler. Kendi aptallıklarını itaat kültürü gerekçesiyle
yüceltirler. Değişmeyen ‘Değişim’
anlayışı doğrultusunda, başka dengeler içerisinde yer alan bu şekilde farklı
kulvarlarda hizmete yeltenenlere en ağır ithamlarda bulunularak rahatlamayı
dava adamlığı zanneden ahmaklar acınacak hallerine gülerler.
İşte Zombilik budur.
Zombiliğin kahramanlıkla karıştırıldığı veya dava adamlığı zannedildiği bu rezil durumun hâkim olduğu dönemlerde, o aile, o cemaat veya o millet marazi hastalığa düşmüş demektir. Betonlaşmış inanmışlığın parçalanması atomun parçalanmasından daha zordur. Netice itibariyle muasır olan her türlü gelişmeden, her türlü değişimden gerek kendini, gerekse mensubiyet duyduğu Millet’in mahrum olmasına veya ayaklarına paranga vurulmasına sebep olur.
Zombiliğin kahramanlıkla karıştırıldığı veya dava adamlığı zannedildiği bu rezil durumun hâkim olduğu dönemlerde, o aile, o cemaat veya o millet marazi hastalığa düşmüş demektir. Betonlaşmış inanmışlığın parçalanması atomun parçalanmasından daha zordur. Netice itibariyle muasır olan her türlü gelişmeden, her türlü değişimden gerek kendini, gerekse mensubiyet duyduğu Millet’in mahrum olmasına veya ayaklarına paranga vurulmasına sebep olur.
İş
işten geçtikten sonra değişime veya gelişime kapı aralansa da nafile. Bir defa
açık ara geri düştüğü akranların horlamasına, küçük görülmesine ve
kullanılmasına zemin hazırlamış olur ki şikâyetlerin hiçbir anlamı kalmaz.
Partizanlık da böyledir. Yenilikler
partizanlığa zarar verir. Aşırı taassup, içine kapanmış lığa sebep olur ki
iktidarı göğüsleyemez. Oysa bir partinin kuruluş felsefesi iktidar olarak
hizmet etmektir. Uzun dönem iktidara ulaşamayan partililerden birçoğu inatla
varlığını devam ettirirler. Nereye gitseler bir kapalı alanı dolduracak
taraftarları olur. Zannederler ki o salondaki taraftarlar o ekibi iktidar
yapmaya yeter de artar bile.
Bir
örnek verecek olursak;
Rahmetli
Yazıcıoğlu’nun elim bir kaza veya suikast sonrası boşalttığı Genel başkanlık
yarışında genel başkan aday adaylarının da içinde bulunduğu bir toplantıda
kendi potansiyellerini hiç görmeden talip oldukları makamı dillendirdiklerinde
“Rahmetlinin karizmatik adına ve gece gündüz çalışmasına rağmen yüzde biri
aşamadı. Onunla yola çıktığımızda birçok insanın yaşı otuz civarındaydı. Şimdi
ellinin üzerine çıkmalarına rağmen bu partinin oy oranı halen aynı, hiç
kıpırdamadı. Hadi diyelim ki sizlerden biri bu koltuğa oturdunuz, hangi
değişimle, hangi plan ve projeyle bizleri bir sonraki seçimde iktidar yapacaksınız.
Yoksa yüzde birlik bir oyun muhafaza edilmesi için bir yirmi yılımızı da
sizinle mi geçirmeliyiz?” denildiğinde süt dökmüş kedi misali mahcubiyet
içerisine girdikleri görülür.
Onca
güzel kadrolar bu ısrar üzerine harcanmıştır. Serbest bırakılmış olsalardı
bugün Ülkeyi yöneten lokomotif siyasi ekip içerisinde gereken sayıda hakkıyla
yerlerini alırlardı. Bütün Ülke insanını kucaklayıcı Osmanlı ruhu daha güçlü
inkişaf ederdi. İlliyet siz bir tertip olan 15 temmuz kalkışmasına belki
cesaret edilemezdi.
Gelinen
nokta itibariyle Sayın Bahçeli’yi daha iyi anlamaktayız. Muhalefet edeyim
derken Ulusalcılarla aynı safta görünme siyaseti tek zaafı olmamış olsaydı ne
Millet’ten tokat yerdi ne de özde Türkiye sevdası Ülküsü zarar görürdü. Gezi
olaylarına kadar bu kalem sahibi de kendisini ve siyasetini birtakım
mahfillerde sert olarak eleştirmiştir. Bizim değişimimizde gerçeği görmemize
neden olan birtakım kırılmaların yaşanması gerekiyordu. Yeni Türkiyede, yeni
politikalar çerçevesinde bir aydın sorumluluğuyla yeni vaziyet almamız
gerekliydi, aldık elhamdülillah.
Devlet
Bahçeli ve partisi de aynı değişimle yeni Türkiye’nin yanında yer almıştır.
Ulusalcılarla aynı kampta siyaset yapması cezalandırılmıştır. Değişimin
gerekliliği farz olmuştur. Partisini birtakım donkişotlardan korumuştur. Aynı
Donkişotlar kendi iktidarları için değişim isteseler de bu değişim olmayıp
statükoya davetiye çıkarmaktır. Bu incelikleri görebilmek de marifettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder