Sıddık Demir
Süleyman
YEŞİLYURT ve Mustafa ARMAĞAN ismiyle bilinen kişiler Türk fikir hayatına
yönelik çok önemli çalışmaları olan aydınlardır. Kamuoyu kendilerini iyi birer
araştırmacı olarak tanıdılar ve sevdiler. Yanlış anlaşılmaya müsait bir konu da
bu kişilerin art niyetlilerin saldırıları karşısında panikledikleri de görüldü.
Bu
şahısların söz konusu alanda uzmanlıklarını bilenler ya sustular veya halen kem
küm etmeye devam etmektedirler. Susanların vebalinin büyük olduğuna inanılır.
Onlar susunca ömründe bu konularla ilgili hiç kitap okumayan görsel medya
sunucularının zavallıca saldırılarıyla kamuoyu oluşturulmaya başlandı. İster
istemez devlet refleksi de bu aydınların aleyhinde olduğu görüldü. Susması
gerekenlerin konuşması, konuşması gerekenlerin susmayı tercih etmesi anormal
bir durumdur. Bu tavrın ne aydınlara ne ülkeye ne de kurucu liderimiz olan
Atatürk’e bir faydası olur.
Tarih
bir ilim dalıdır. İlim adamları ise özellikle topluma mal olmuş olayların ve
liderlerin ayrıntılarını ve özel hayatlarını dâhil her türlü eylemlerini didik
didik ederler. Tarihin konusu budur. Bir liderin özeli olamaz. Topluma mal
olmuşsa eğer onun korunmaya da ihtiyacı yok demektir. Hakaret, iftira, küfür
olmadığı müddetçe her türlü malzeme kullanılarak tespitler yapılır. Tarih
budur, ilmi çalışmalar böyle olur, başka türlü nasıl olunur. Ancak totaliter
yapılarda benzeri tepkiler acımasızca seyreder.
Murat
BARDAKÇI ve Mustafa ARMAĞAN akademik sıfat taşımadıkları halde kendi
alanlarında en yüksek payesi olan akademisyenlerden ilmi ve araştırmacı vukufu
daha yüksek zatlardır. Süleyman YEŞİLYURT ise alanında onlarca çalışması olan
irfan hayatımızın değerli bir mümessilidir. O günün şartlarında tek adam
özelliğiyle haklı bir konumda olan Atatürk’ün çok özel istek ve arzularının
kamufle edilerek giderilmesinin doğal görülmesinin yanlışlığı olmadığı halde, her
akşam çilingir sofralarının kurulmasıyla alınan zevklerin dışında mahremi
zevklerinin de olmaması izah edilemez.
Sağlıklı
bir insan alkole düşkünlüğü kadar yemeğe, gezmeye ve karşı cinse de ihtiyaç
hisseder. Hassasiyeti olanlar bu işlerden bazılarını aleni yaptığı halde
bazılarına aleniyet kazandırmaz. Bu
tavrın çeşitli saiklerle kendilerine göre bir nedeni mutlaka vardır. Üstelik
ATATÜRK gibi bir lider. Lider olduğu içinde
bazı şeylerine aleniyet kazandırmaz. İddia edilen konuda söz konusu aydınlarımız
ilim adamlığına yakışır tespitler ortaya koymuşlardır.
Atatürk’ün
bir erkek haricinde en az sekiz tane manevi kızı olduğu biliniyor.
Biyolojik
olarak bir bağı yoksa hiçbir kadın bir erkeğin kızı veya hiçbir erkek bir
kadının oğlu olamaz. Mahremlik nedir ne değildir ATATÜRK bunu en az söz konusu
aydınlarımız kadar bilir. Mesela manevi kızı olarak bir Bülent Hanım vardır ki
görenleri bir daha baktıracak kadar güzel bir kızdır. Bu da Ata’nın manevi kızıdır.
Bülent, Ertuğrul yatı kaptanının kız kardeşidir. Atatürk’ün bu manevi kızla çok
yakından ilgilendiğini uşağı Cemal Efendi hatıratında beyan eder. Bu Hanımın
saray dışında bir başkasıyla adının anılması köşkle ilişkisinin kesilmesine
vesile olur. Şimdi şu akla gelmez mi; ATATÜRK kızını korumak için mi saraydan
kovmuştur. Yoksa saraydan kovulmasının sebebi ne ola ki.
İşte
Tarih bunu sorar. Altında çapanoğlu çıksa da…
Bir
diğer manevi kızı Amasyalı Zehra’dır. Ankara’ya dönmemek
için sürekli tahsil hayatını uzatmasına karşı “Dönebilirsin” emri üzerine
yanında Atatürk’ün en yakın arkadaşı Fethi OKYAR ile beraber yurda dönerken
Londra treninden kendini atarak intihar eder.
Zehra’nın intihar sebebini elbette ucu nereye çıkarsa çıksın tarihçiler
araştıracaktır.
İlim adamlığı metodu budur. Neden ve niçin leri araştırarak
olayları aydınlatır. Saatte hızı yüz yirmi kilometre ile giden trenden genç ve
güzel, bir o kadar da dünyayı tanıyan, mükemmel bir yabancı dil ve daha
önemlisi Ortadoğu’nun Efendisi bir milletin Ata’sının manevi kızı olarak
bilinen bir Hanım, neden bu sonuca kendini reva görür.
Mustafa
ARMAĞAN ve Süleyman YEŞİLYURT bu nedenleri araştırmaya memur adaylardır. “Vurun
abalıya” diyen çapsız çapsız insanlarla muhatap olmak ne onlara ne de
Atatürk’ümüze bir fayda vermediği gibi zulme de dönüşebilir.
Şunu
demek istiyorum;
Bütün
bunlar olabilecek şeylerdir. İtibar kaybettirmek adına gündeme almak ne kadar
yanlışsa, efendim o bir melekti, sinirleri duyguları dumura uğratılmış
insanüstü bir varlık olduğu için bunu yapmazdı gibi tarzlar da yanlıştır.
Devlet ricalinde hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Herkes rolünü doğru
oynamışsa, hiçbir mağduriyet de olmamışsa bazı uygulamaların kamuya yansıması
etik olarak uygun düşmez. Yeri ve zamanı geldiği zaman tarih yazılır, tıpkı
zamanımızda olduğu gibi.
Burada
bir ihanet, bir saygısızlık aranmaz, eğer yasalarla korunmuş bir obje, bir tabu
yoksa. Varsa bir saygısızlık, varsa bir ihanet, o da tarihe karşı yapılmış olur
ki onu da yerli yerine bütün çıplaklığıyla oturtacak yine tarihtir. Güneş
balçıkla sıvanmaz. Olaylara uhuletle ve suhuletle yaklaşacağımız bir demokratik
ortamın zuhuruna dair inancımızı korumamız ümidiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder