10 Şubat 2017 Cuma

ÇAĞDAŞ MÜŞRİKLER, DEMİRBAŞ DEMİRLER ve BETONLAŞMIŞ ALGILAR, Eğitimci,Araştırmacı-Yazar Sıddık Demir

ÇAĞDAŞ MÜŞRİKLER, DEMİRBAŞ DEMİRLER VE BETONLAŞMIŞ ALGILAR!.. 
Sıddık Demir
            Belki zamanı geçti denebilir. Ama yine de kör kütük zihniyete yönelik bir anekdotla durum tespiti yapmaya çalışalım. Çünkü olayların zamanı geçer, velakin demirbaş zihniyetlerin, betonlaşmış algıların asla. Bu zihniyet mensupları, değişmemekte ısrarcı olmalarını, kendi içyapıların da ki delikanlılıklarıyla özdeşleştirdikleri için, bu duruşlarının su götürür tarafını da söyleyerek bir hakkı tespit etmek gerekir.
            Anlı şanlı Üniversite Hocalarının da içinde bulunduğu bir aile toplantısındayız. Hocaların dışında siyasetin her kademesinde bulunmuş, kendilerine göre siyaset allamesi olan zevatlara ilaveten, Dışişlerinde görevli, Uluslararası İlişkiler Uzmanı teknik elemanlarda var. Devletimizin Suriye politikası gündem de.  Ağırlıklı konu da “Daha dün sabah kahvaltısı Şam’da, Halep’te, akşam yemeği ise Ankara’da yenilirken, bu gün ne değişti de bütün köprüler atılarak kanlı, kinli düşman olundu” sözünün etrafında dolaşılıp duruldu.
            Yürütme karşısında taa başından beri gardını almış bu anlı şanlı güngörmüş zevat, haklılıklarını izah ederken rahatladıkları gözden kaçmıyordu. İçlerinden biri dışişlerinden görevli zata “Siz o dönem Halep’te Türkiye Büyük Elçiliğinde çok önemli görevler ifa ediyordunuz. Lütfen bir de sizden dinleyelim. Bu iş, bu düşmanlık, durup dururken olmadı mı” diye sualini sordu.
            Siyasi duruş olarak Yürütmenin pek de yanında olmadığı intibaını uyandıran Dışişlerindeki bu Beyefendi, cevaben; “Hayır, durup dururken olmadı. Hazirun da ki arkadaşlarım, hocalarım işin iç yüzüne vakıf olmadıklarından çok net tavırlar sergiliyorlar. Ben o zaman Halep’teydim. Görüşmelere bire bir şahit oldum. Türk Devleti, ilgili bütün kurumlarıyla Başer ESED’le tam otuz altı defa görüştü. Başbakanıyla, Dışişleri Bakanıyla, MİT müsteşarı ve diğer ilgili görevlileriyle defalarca yapılan bütün görüşmelerde Başer ikna olmuş gibi davrandı. Bizimkiler huzurda ayrılınca hiçbir sözünde durmadı.
            Yetkililerimizin talebi;
            “Bu Arap baharını bahane ederek devletinizi yıkacaklar. Birden çok parçaya ayıracaklar. Çok büyük sıkıntılar olacak. İnsanlarınız rahat yüzü görmeyecek. Sizde rahat uyku uyuyamayacaksınız. Gelin bunların oyununu bozalım. Alışkanlığınızdan veya otoritenizden biraz taviz verin de şu halk çok partili sistemle rahatlasın. Halkın demokratik hak ve taleplerine aşırı devlet gücü gösterirseniz onların ekmeğine yağ sürersiniz. Sizin huzurunuz kaçarsa bizim de huzurumuz kaçar gibi farklı zamanlardaki görüşmelerde de benzeri fikirler hep telkin edildi. Bu görüşmelerde yetkili Devlet Adamlarımızın huzurunda söz verdikleri halde hiçbir vaatlerini yerine getirmediler” diyerek sözlerini tamamlamak üzereyken, Demirbaş Demirler ve Siyaset Bilimcileri sanki koro halinde;
            “Bu devlet meselesi efendim. Otuz altı defa görüşen yetkililer neden kırk altı defa, elli altı defa görüşmedi” gibi körkütük duruşlarını sergiler göründüler.
            Hâlbuki şu beklenirdi;
            “ İşin iç yüzüne malik biri olarak verdiğiniz bilgilerle bizi aydınlattınız. Biz durup dururken neden böyle olduğunu söylüyorduk. Meğer öyle değilmiş ve devletimiz lüzumundan fazla mesai sarf etmiş. Görevini fazlasıyla yapmış. Şu an itibariyle işin muhataplarını haklı bulmaktayız. Bu bilgilerin yayılmasına bundan böyle çalışarak bühtan etmekten kurtulmalıyız” diyerek nedamet duyduklarını en azında vücut diliyle belli etmeliydiler. Bu asaleti gösteremediler.  İşte olay bu, Hocada olsa Siyaset Uzmanı da olsa Zombilik, başka nasıl izah edilir. Deveyi iğnenin deliğinden geçirsen de inandıramazsın. Ve bu eylem beş para etmez.
            Hani Peygamber Efendimizin de böyle bir olayla karşılaştığı söylenir; 
            Müşriklerden bir grup İslam’ın muarızlarının hazırladığı soruyu O mübarek insana “Bilmezde rezil olur” niyetiyle huzura gelerek sordukları; “ Hızır- Musa ilişkisi, ruh ve kader konusu veya Zülkarneyn hakkında bilgi verir misin” gibi taleplerine Peygamber, ilk defa böyle bir soru ile karşılaştığı için “Yarın gelin de cevabını alın” diye mukabele gördükleri bilinir.
“İnşallah yarın gelin” demediği için, yarın olur, nice yarınlar gelir geçer, sonunda Cibril sorunun cevabı ile gelir. Peygamberimizin sıkıntısının “ İnşallahı” unutmasından kaynaklandığını kendisine bildirerek Müşriklerin sorularına yönelik cevabı da verir. 
            Çok gecikmeli de olsa huzura gelen Müşrikler sorularına cevabı alırlar almasına amma imani hallerinde bir değişiklik olmaz. Yine Müşrik kalırlar. Deveyi iğnenin deliğinden geçirdiğini görseler dahi zihniyetleri değişmez. Onlar, güya kendi davalarında taviz vermeyen, delikanlı duruş sergileyen, böylece davalarına sadık kalan unsurlardır.
Bu halleriyle mutlaka çok da övünürler.
            Zihniyetler değişmez kolay kolay. 
Dün öyle…  Bugün böyle…  
Çağdaş Müşrikler, demirbaş Demirler, betonlaşmış algılar, değişmemeyi maharet kabul edenler, dünde bugünde aynıdır.
Ne diyelim, nasip meselesi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder