Sıddık
Demir
Afrika
kabilelerinde görülen “Yaşayan Ölüler” vardır. Cengiz Aytmatov’un “Mankurtları”
gibidirler. Bunlara kısaca “Zombi” de
denir. Mankurt veya Zombi olarak bilinen insan görünümünde ki bu robotlar,
geçirilmiş oldukları işkence metotlarına direnemedikleri için aldıkları yeni
halden sorumlu tutulmazlar.
Ülkemizde
ki insanlarımızın bir kısmında görülen, Mankurtlaşma veya Zombileşme, benzeri
bildik işkence metotlarından geçmiş olsalar acırız hallerine. İyileşmeleri için
bin bir dua ve niyazda bulunuruz. Çünkü gönüllülük yoktur bu olay da. Kaderin
örmüş olduğu çok vahşi bir tuzaktır bu sonuç onlar için. İnsanlık ayıbıdır. Ama
neylersin, o günün acımasız metotları ile insanlar robotlaştırılarak ordular
oluşturuluyordu.
Bahsedilen
kader kurbanlarının şartlarını yaşamadan gönüllü oluşan Zombiliğe örnek teşkil
edilenlere çevremizde çok rastlamaktayız. Anlamakta zorlandığımız, bir zamanlar
kader birliği yaptığımız bu kesimdeki eski dost ve tanıdıkların içine
düştükleri Zombi veya Mankurtluklar sık sık kendini göstermektedir. Aile ve
sosyal hayatını rezil edecek, hayat memat noktasında görevi ya da sıkıntısı
olmayan kişilerin Mankurtlaşması veya Zombileşmesi neyin nesidir? Dilimizin
döndüğü, kalemimizin işlediği ölçüde analizini yapmak istersek;
Kültür
değişimine veya kırınımına hiç şüphesiz siyasetin etkisi
vardır. Birbirine çok mesafeli birtakım sivil toplum örgütlerin veya partilerin
etkisi büyüktür. Üstüne üstük bir de doğal değişimin ayağı olan zaman faktörünü
de eklersek, kuşaklar arası uçurumların açıldığı rahat görülür. Biz işin doğal
olmayan gönüllülük esasına göre bazı kişilerin nasıl Mankurlaştığı veya Zombileştiğini
anlamaya çalışıyoruz. Bir defa kafasının içinde putları olan insanlar bu sınıfa
aday olanlardır. Okumayan, okuduğunu anlamayan, ulaştığı bilgi ile yeni
sentezlere varamayanlar bu pazarın adayıdırlar.
Sloganik
savunmaların içini dolduramayan bireyler, başkasının kafaları ile düşündükleri
için en iyi adaydırlar. Mesela; Temiz ve muhafazakâr bir ailenin olgun yaştaki
evladı basit bir kaza sonu suçlu bulunur. Cezasını çekmek için bir müddet hapis
yatar. Koğuşta ileri yaşta Komünist bir mahkûmla yan yana kalmak durumunda
kalır. Sloganik bilgiler dışında boş olduğu için Komünist mahkûmun
ilgilenmesiyle beyni yıkanır. Mahkûmiyetten sonra evine gelir. Büyük bir sevinç
içerisinde kapıyı açan annesine hitaben, ilk cümlesi “Sistemin kölesi
nasılsın?” diyerek hal hatır sorması…
Daha
genele gelirsek. Yavuz Sultan SELİM Köprüsü’nün temeli atılmadan ismi
açıklandı. Malum çevreler itiraz etti. Tartışmalar başladı. İlgi çeken
tartışmaya Milliyetçi olduğu iddiasında ki Yeniçağ Gazetesi de katıldı. O zaman
Genel Yayın Yönetmeni, köprünün ismini taşıyan Yavuz Selim Demirağ adında bir
gazeteci idi. Son dönemlerde gündemde olan bu yönetmenin sorumluluğundaki
Yeniçağ Gazetesi “Bu ismin o köprüye verilmesi Türk Milleti’nin içine nifak
sokmaktır. Hükümet bula bula bu ismimi buldu ” şeklinde başlık attı. Gazetenin
okuyucuları belli olduğu için, bu başlık bir kısmının şahsında rahatsızlık
oluştursa da, kol kırılır yen içinde anlayışı ile homurdanmalar fazla sürmedi.
Aynı gün,
bu başlığın sebebini sormak için kendisi ile bağlantı kuran eski Kahramanmaraş
Milletvekili “ Biz ismi değil de bu ismi verenleri kınamak için o baş manşeti
attık” gibi hiçte inandırıcı olmayan cevap aldı. Zombiliğin diğer adı da aşırı
partizanlık değil mi? Oysa hiçbir Milliyetçi, Yavuz Sultan SELİM isminden rahatsız
olmazdı. Ama Yavuz Selim Demirağ ve gazetesi aşırı rahatsız olduğunu o başlıkla
ortaya koymuş oldu. Bu gazetecinin tavrını hafifleten olay ise Meclis Araştırma
Komisyonu’na vermiş olduğu ifadenin satır aralığında kendini gösterdi. Feto
v.b. cemaatlerin kendisini Sünni-İslam anlayışından soğuttuğu için Alevi-İslam
anlayışını seçtiğini belirtmesi…
Bir de bu
kesimin Osmanlı düşmanlığı bu günlerde hat safhaya çıkmıştır. Vekillik yapmış
insanları bile Ulu Hakan ABDULHAMİT deyince, hemen gardını alarak başlıyor O’nu
ve şahsında Osmanlıyı kötülemeye. Hâlbuki bu zümreler ekalliyet de değil. Öyle
olsa diyeceğimiz olmaz. Asli unsurun Zombiliğidir bütün bunlar. Bir aile
toplantısında Üniversite yıllarında Ülkü Ocaklarında beraberliğimiz olan bir
kardeşimizin Zombiliğini hiç unutamam. Şöyle ki;
“Devletimiz
tohum ihtiyacının önemli bir kısmını dış alımla temin ederek çiftçilerimizin
ihtiyaçlarını karşılıyordu. Belli bir süre sonra Tarım Bakanlığı aldığı
tedbirlerle, bir iki kalem haricinde ki tohumları artık kendi çiftçisine
karşılattığı gibi bağımlılıktan kurtularak tohum ihraç eden ülkeler arasına
girilmiştir. Tohum Üreticiler Birliği’nin verileri bu yöndedir” gibi sözler
sarf ederken, arkadaşımın hindi gibi kızararak eli ayağı titrediğine şahit
oldum. İster istemez göz göze gelince aşırı refleks gösterdi. “Sen nasıl böyle
bir tespit yaparsın? Bu durumda mevcut iktidarı övüyorsun. Sana yakışır mı bu
iktidarı övmek” gibi daha neler neler… Ona öyle bir acıdım ki, işte
Milliyetçilik adına ortaya konulan Zombilik.
Yine aynı
kesimde bazı arkadaşlarımız memleket meselelerine girince, hele de din iman
mevzuu bahis olunca, ilk sözleri “Bu Cami Cemaatinden, şu Tarikatlardan
tiksiniyorum. Bu memleketin başına ne geliyorsa bu Cami Cemaatinden ya da diğer
Dini Cemaatlerden geliyor arkadaş. Bunların bir zamanlar yasaklanması
haklıymış” gibi laflar eden dünkü Milliyetçi çok arkadaşımıza şahit olmaktayız.
Devletimizin
zirvede ki temsilcisi şiir okumayı sever. Milliyetçi kesimin Bayrak yaptığı
Arif Nihat ASYA ve Hüseyin Nihal ATSIZ’dan şiir okuması bizi gururlandırdı.
Oysa bu Zombiler, kırk kulpu birden taktılar. Ülkücü şehitlerimizden Mustafa
Pehlivanoğlu’nu birçok defa gözyaşları ile anan, zirve deki bu Siyasetçiye
karşı demediklerini bırakmayan Mankurt veya Zombi ufuklu bu gönüllü
robotcukların bu hali ciddi bir hastalığa işaret olarak algılanarak geri
dönüşüm metodu ile yeniden topluma kazandırılmalıdır. Yani rehabilite…
Cemil
Meriç;
“Partizanlık insanın gözünü kör eder veya
ideolojiler insan ruhuna giydirilmiş deli gömleklerdir” sözüne benzer
yapılanmalar bu insanları zombileştirmiştir. Vesselam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder